13 Ağustos 2009 Perşembe

Renkli medya

Medyada çıkan 10 Beşiktaş haberinden 9'u olumsuz...
O, olumlu haber de ajanslara "Denizli'den Serdar'a tekme tokat" olarak düşüyor...
Beşiktaşlı yüreği ağzında; haberi okuyunca derin bir nefes alıyor...
Örnek bu... Daha çoğaltılır...
Yönetim, takım, transfer bütün gelişmeler olumsuz...
Bu takımda olumlu hiçbir şey yok!
Yusuf hep sakat...
Delgado sorun...
Bobo gitmek istiyor...
Transfer yapılmıyor...
Futbolcular zam istiyor...
Primler yatmıyor...
Yöneticiler istifa ediyor...
Diğer tarafta Başkan kavga ediyor...

Bir türlü sular durulmuyor...
Sürekli kriz ortamı var...

İddia ediyorum...
Bugün, Yıldıray'ı Fenerbahçe veya Galatasaray transfer etmeye çalışsa "Yılın transferi" olur.
Beşiktaş ile adı geçtiği andan itibaren, "Yıldıray Beşiktaş'ın aradığı oyuncu değil" sözleri ortaya atıldı...
Neden?
Çünkü Beşiktaş'a geliyor...
Medyayı takdir etmemek haksızlık olur...
Niyetini çok net belli ediyor...
Masum bir adlandırışla ‘oyuna’ gelmemek lazım...
Dikkat!

Transfer neden gecikti?

Kara kartal geçen sezonun çifte kupalı şampiyonu...
Ve ilk 11'den giden sadece Cisse ve Gökhan Zan...
Gönderilen diğer oyuncularda takımın dengesini bozacak kalitede değil...
Cisse ve Gökhan'da değil aslına bakarsak...
Ancak geçen sezonki katkıları küçümsenemez...
Devam edelim...
Kazanılan tecrübe ve deneyimin üzerine kadro daha da zenginleşti...
Nihat, Ferrari, Fink ve İsmail gibi ilk 11'de direkt oynayabilecek oyuncular alındı...
Üzerine Onur ve Rıdvan gibi geleceği parlak 2 genç...
Alt yapıdan Necip ve yeni transfer Erhan kadroda kendisine her an yer bulabilir...

Transfer döneminin kapanmasına ve devler ligine zaman var...
Ve transfer yapılacak...
Acele edilecek bir durum yok...
Alınacak oyuncu Beşiktaş'a Şampiyonlar Ligi'nde lazım...
Mevcut kadro Türkiye Ligi'ni rahatlıkla kaldıracağına göre...
O zaman problem nedir?
Mustafa Denizli'de işte bu sebeplerden dolayı, acele edilmesini istemiyor...

Taraftarın bunları da göz önünde bulundurarak daha sağduyulu olması gerekiyor...
Başkalarının ön elemesi var...
Acelesi var...
Beşiktaş'ın ise zamanı var...

Hurriyet.com.tr

Bismillah, başladık...

Ligimiz nihayet başladı.

Nur topu gibi...
Hakem hataları oldu mu? Oldu, olmaz mı(!)?
Yazalım hakem hatalarını...
"Daha ilk haftadan başladınız hakemleri eleştirmeye..."

Tamam. Eleştirmeyelim...
Neden eleştirelim ki sahaya 'hakim' sıfatıyla çıkıp, hatalı karar veren onlar değil...
Kurallar da açık değil...
Zaten ilk haftalar hata olur. İlerleyen haftalarda hakemler bir daha hata yapmazlar... Kesin...

Geçelim...
Pekii, hakemleri eleştirmeyin diyenler ne diyor?

Nihat neden böyle kötü oynuyor.
Nobre'nin Beşiktaş'ta işi yok...
Bobo'nun kafası çok karışık, gönderin gitsin...
Ferrari çok ağır, Şampiyonlar Ligi'ni kaldıramaz.
İsmail, genç ve tecrübesiz...
Fink, Cisse kadar iyi değil...
Ernst geçen sezonki performansından uzak...

Bir nefes alın?
Günahtır.
Performansa dayalı iş yapan futbolculara daha ilk haftadan sallayın...
İşi gördüğünü çalmak olan hakemlere, hatalı düdük çalınca tevazu gösterin...
Ne kadar akıllıca öyle değil mi?

Kimse hakemlerden ekstra yardım beklemiyor.
Gördüklerini çalsınlar. Adaletli olsunlar.
UEFA ve FIFA'da görsün yetenekli, korkusuz hakemlerimizi...
Şampiyonlar Ligi'nde bir grup maçına atasın...
Dünya Kupası veya Avrupa Şampiyonası'nda maçlar yönettirsin...
Çok şey mi istiyoruz?
Futbol olarak bizden çok geride ülkelerin hakemleri yönetiyor.
Öyle değil mi?
Demek ki sadece biz görmüyoruz bu hataları, başkaları da görüyor.
Ama yine de biz görmeyelim, duymayalım.

Gelelim Rüştü'ye verilen cezaya...
Aurellio, tekme tokat Ricardinho'ya saldırdı. 3 maç ceza aldı.
Kaleci Volkan iç organlarını(!) Galatasaray tribüne gösterdi. O tribün ne hal aldı hatırlayın. Neredeyse kapalı alt tribünün üstüne yapılan set çökecekti. Allah korudu. Ne oldu peki? 3 maç ceza aldı.
Arda ve Semih saha ortasında yumruklaştı. 3 maç ceza aldı.
Rüştü, koridorda takım arkadaşlarıyla konuşuyor, cımbızla lafları alınıyor ve neticesinde 3 maç ceza...
Tahkim Kurulu'da lütfedip 2 maça indiriyor.
Rüştü madem küfür etti, verin 5 maç ceza adalet yerini bulsun!
Şimdi bu kararı sorgulamamak mı gerekiyor?

Beşiktaş ve Kızılay
Başkan, Divan Kurulu toplantısında Kızılay reklamına formada yer verileceğini açıkladı.
Gerçekten büyük bir özveri ve düşünce...
"Helal olsun" dedirttirecek bir hareket...
Sosyal sorumluluk çerçevesinde çok büyük bir adım...
Herkese örnek olmalı...
Beşiktaş'a çok yakıştı.
Nedir bu Beşiktaşlılık duruşu deniyor ya...
Budur işte...

Yabancı Hakem
Aziz Yıldırım, senelerdir yabancı hakem istiyordu.
Bu sezonki hakem formaları ünlü bir İtalyan markası tarafından hazırlandı.
Gayette şık olmuş...
İtalyanlar bu işi gerçekten çok iyi biliyor.
Sahada bir Rizzoli veya Rosetti yok belki, ama en azından o izlenimi veren bir forma var.
Sanırım başkanın bu istediğide dolaylı yoldan gerçekleşmiş oluyor.

İ.B.B. - Beşiktaş
İlk haftalar değerlendirme yapmak gerçekten çok yanlış olur.
İstanbul Büyükşehir Belediyespor, Beşiktaş'a ters gelen bir ekip...
Olimpiyat Stadyumu faktörü, boş tribünler ve oluşan olumsuz atmosfer futbolcuları çok etkiliyor.
Bu bakış açısı ile geçen sezon oynanan ve 1-1 biten maçın ardından "Beşiktaş Şampiyon olur" demiştim ve kazanılan 1 puanın değerini anlatmıştım.
Şimdi de aynı duygular içindeyim.
Herkes rahat olsun...

Hurriyet.com.tr

Hayırmış Hayır!

Hakem çok iyi maç yönetti(!).

Fenerbahçe'nin lehine verdiği penaltıda %100 haklıydı. Eğer o penaltıyı vermeseydi, belki de gerçekten hakemlik kariyerine son noktayı koyardı.
Niye mi?
Görmemiş olma ihtimali zaten yoktur.
Bir hakem kritik bir pozisyonu sadece Beşiktaş lehine göremediyse(!), görememiştir.

Masum bir hatadır.
Açısı iyi değildir. Veya önünde futbolcu olduğundan pozisyonu kaçırmıştır.

Selçuk Dereli...
26 Nisan 2007 tarihinde 1-1 biten olaylı Türkiye Kupası Yarı Finalinden sonra sadece tek bir Fenerbahçe maçını yönetti.
Hangi maç biliyor musunuz?
11 Ocak 2009 Fortis Türkiye Kupası Tokatspor deplasmanı...
Fenerbahçe'nin 1-0 kazandığı maç...
Şaka gibi...
Türkiye'nin 1 numaralı hakemi Fenerbahçe'nin maçlarını yönetemiyor.
Levent Erdoğan'ın maç sonrası açıklamasından sonra "vay efendim niye tepki gösteriliyor" yazı dizisi yapanlar, Beşiktaş'a yol göstereceğinize bunun cevabını verseniz. Daha şık olmaz mı?

Dönelim...
Yunus Yıldırım, verdiği kritik kararlar ile Beşiktaş'a Şampiyonluk yolunda büyük darbeler vurdu.
Ancak, Beşiktaş maçlarını yönetmeye devam etti.
Kimse de 'gık' demedi.
Süper Kupa maçından önce "Hayırdır" dedim.
Triyo bile değişmeden atama yapıldı diye...
Bir sürü tepki aldım.
Süper Kupa'yı kazandı diye hangi Fenerbahçe'li sabahlara kadar eğlendi.
Veya bu kadar önemli bir maçtı da niye tribünler boş kaldı.
Bence hiç gerek yoktu...
Zira daha da stresli bir durum oluştu şimdi...
Yunus Yıldırım, Beşiktaş - Fenerbahçe maçlarında vermediği penaltı sayısını 3'e çıkartırken...
Kısacası hat-trick yaparken... Umarım herkesin vicdanı çok rahattır...

Tarafsız olmak...
Tatil için Kemer'deydim, şezlongda elime aldım gazeteyi karıştırıyorum.
Yılmaz Özdil'in yazdığı her kelimeye hayran biri olarak Fanatik gazetesinde onun köşesini görünce odaklandım.
"Hatırlatmasak goygoycular ‘fink’ atacak!" başlığında ana yazısının altında küçük bir değerlendirme yapmış.
Konu şu; Fink ile alakalı geçmişteki transfer dedikoduları...
Sonunu da şu şekilde bağlamış...
"Beşiktaşlı değilim ama Galatasaraylı, Fenerli medyanın bu halini görünce, siyah-beyaz formayla gezmek geliyor içimden."
Bilmiyorum başka söze gerek var mı?

Hurriyet.com.tr

30 Temmuz 2009 Perşembe

Hayırdır MHK?

Beşiktaş’ın 2-1 kaybettiği son maçta;
Fenerbahçe’nin attığı golden önce faulü çalamayan…
Semih’in attığı golden önce ofsayt bayrağını kaldıramayan…
Selçuk’un Ersnt’i indirmesine penaltıyı veremeyen…
Hakem triosu ile aynı…
Yunus Yıldırım, Serkan Gencerler ve Volkan Narinç...

Hepsi ayrı ayrı pozisyonların içindeler…
Kaderin oyunu gibi…
Şimdi…
Uyum sürecini aşmışlar…
MHK'de değiştirmeden atamayı yapmış…
İyi bir 3’lü olduklarına kanaat getirilmiş...
Süper Kupa Finalini yönetecekler…
Dönelim 2008 Mart ayına; Beşiktaş – Fenerbahçe şampiyonluk maçı, hakem yine Yunus Yıldırım…
Bütün Türkiye’nin gördüğü pozisyonu göremiyor!
Kazım’ın ceza sahasında elle müdahalesine “oynayın, oynayın” işareti yapıyor…
Süper Kupa maçı çok önemli bir maç değil…
Lig ve Kupa Şampiyonu Beşiktaş, zaten tescilli ‘Süper’…
Formalite anlamında bir kupa…
Ancak, MHK öyle bir atama yapıyor ki…
Beşiktaş cephesi iyice geriliyor…
İnat yapar gibi…
Almanya’da oynansın ‘yok’!
Ertelesin ‘yok’!
Bir de üstüne Yunus Yıldırım…
Pes doğrusu!

Barış Kupası…
Derinlemesine inceleme yapmaya çok gerek yok.
Sezon öncesi eksiklerin görülmesi için yapılan maçlar bunlar...
Yine de yenilerin, eskiler ile adaptasyon sürecini izlemek heyecan verici...
Üstüne üstlük bu çocukların hepsinin olumlu sinyaller vermesi daha da keyiflendiriyor...
Kısa özetlersek...
Gördüğüm artılar...
- İlk 15 dakika topa daha fazla sahip olarak oyunu hakim olma isteği...
- Rakibe her alanda basarak top kapma mücadelesi...
- Kapılan toplar ile süratli çıkıp skor elde etme planı...
- Orta alanda tek paslar ile kanatlardan hücumu sonuçlandırma...
Doğrusun söylemek gerekirse bu kadar erken süreçte iyi futbol beklemiyordum...
Çok etkilendim...

Kısaca futbolculara değinirsek…

Ferrari tam hazır değil... Çok ağır... Kendiside “yüzde 45 kapasitei ile oynuyorum" diyerek bunu kabul ediyor...
İsmail, geçen 2 maça oranla biraz durgundu... Gereksiz hamleler yaparak oyundan düşüp, rakibini kaçırdı... Daha kontrollü basması lazım... Öncelikli görevinin savunma olduğunu hiçbir zaman unutmamalı...
Erhan, bir alkışı haketti. Avrupa'nın en güçlü ve süratli futbolcularının başında gelen Hulk'a sadece bir kere geçit verdi... Aynı zamanda hücuma da katkıda bulundu...
Dün gecenin Fink ile beraber sahanın en iyisiydi...
Fink demişken ona da değinmeden olmaz... Ernst'in tahtı sallanacak gibi... İşin esprisi bir kenara... Savunma ve hücumun bu kadar gelişmesindeki baş aktör... Aynı zamanda potansiyel bir gol tehlikesi takip etmekten yoruldum…
Yavaş yavaş değil çok hızlı adımlar ile gelişiyor...

Devam edelim...
Tello'nun topu daha az ayağında tutması lazım...
Lyon maçında kaptırdığı topa benzer bir hareketi, Porto maçında da yaptı...
Ancak rakip değerlendiremedi...
Uğur ve Serdar için artık konuşulacak bir şey kalmadığını düşünüyorum...
Her şey onların elinde... Serdar'da geçen maçlara göre biraz kıpırdanma vardı. Ancak yeterli mi? Bence hayır...
Daha fazla çalışmaları lazım...

Beşiktaş'ı ciddi anlamda beğendim...
Hem kalite olarak hem de futbol olarak rakiplerinden çok ilerde...

8 numara sahibini buldu...
Sezonun flaş transferi sonunda formasına kavuştu...
Nihat’ı Beşiktaş forması ile izlemek, 10 dakika bile olsa çok keyifliydi...
Villarreal'de yaşadığı o şansız sakatlıkları geride bıraktığını gördük...
Böylelikle “sakat o sakat” diyenlere de en güzel cevabı verdi…
Kara Kartal'a çok faydalı olacaktır...
Yuvana hoş geldin Nihat...

Hurriyet.com.tr

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Deco mu, Dos Santos mu

Delgado gerçekten çok karakterli bir insan, örnek alınması gereken çok yönü var...
Bizi ilgilendiren kısmına yani futboluna bakarsak, isteneni veremedi...
Zaman zaman attığı muhteşem goller ve şık çalımlar şapka çıkartılacak cinstendi... Fakat büyük maçlardaki silik performansı ve oyuna ağırlığını koyamaması hep sıkıntı yarattı.
Geçen sezon, devre arası Yusuf gelmeseydi, kaçan şampiyonluk sonunda çoktan gönderilmişti.
İyi bir değerlendirme yaparsak Mustafa Hoca’nın oyun sisteminde de Delgado'ya yer yok... Ya da Delgado gibilere...
4-2-3-1 düzeninde mücadele tarafını sadece Fink ve Ernst'e bırakmak büyük hata...
Ve elinde Delgado varsa mutlaka oynatmak zorundasın...
Çünkü Beşiktaş'ın senelik 2 Milyon Euro verdiği Delgado'yu yedek bekletme lüksü yok...
Mücadele açığını diğer futbolcular Türkiye Ligindeki bazı maçlarda kapatabilir. Ancak çok zorlanır...
Geçen sezon ve önceki sezonlar bunu sürekli gördük...
Tek farklı galibiyetler, bu durumun yaşattığı sıkıntıdan kaynaklanıyor.

Bu durumun farkında olan Mustafa Hoca “10,5 numara futbolcu arıyoruz” diyerek durumu özetliyor.
Deco ve Giovani Dos Santos’ta bu pozisyona aday futbolcular...

Deco tam da aranan isim aslında...
Koşan, şut atan, pas veren, mücadele eden, duran topları iyi kullanan 10 numara futbolcu...
32 yaşındaki yıldız futbolcu Avrupa’da forma giydiği sürede Porto’da 6, Barcelona’da 4, Chealse’de ise 1 sezon oynadı...
Kariyeri boyunca 400’ün üzerinde maça çıktı... Bu maçlarda 80'den fazla gol attı...
Kazanmadığı kupa kalmadı...
Barcelona ve Porto ile Şampiyonlar Ligi...
İspanya ve Portekiz Ligi Şampiyonlukları...
Porto ile UEFA kupası...
Sayısız kupanın yanında, Porto forması ile Şampiyonlar Ligi MVP Ödülü (2003-2004)...
Kesinlikle, tartışılmaz bir futbolcu...
Sorun yaratabilecek tek yönü başarıya doymuş olması...
Bu motivasyon kaybına yol açabilir mi? Çok düşük ihtimal...

Dos Santos ise tam bir soru işareti...
Çok yetenekli olduğunu biliyoruz... Ancak, Barcelona oynadığı maçlar neticesinde bu kanıya varıyoruz...
Tottenham'a transfer olduğunda çok şaşırmıştım. Barça gelecek vaadeden yıldızını nasıl satar diye...
Gördük ki, bazı sıkıntılar varmış...
Sivri açıklamalar ve yaşadığı sakatlık sonunu hazırladı...
Bir bakıma Beşiktaş Batuhan'da nasıl bir sıkıntı yaşadıysa, Tottenham da Dos Santos'ta aynı sıkıntıyı yaşadı...
Bütün bu sorunlar sonrasında, sezonu kiralık olarak Ipswish Town formasıyla tamamladı...
Beklentinin bu kadar çok olduğu bir futbolcunun böyle bir düşüş yaşaması kafa karıştırıcı...
Kariyeri;
Barcelona 38 maç, 4 gol...
Tottenham 12 maç, tek gol...
Ipswish Town 8 maç, 4 gol...
Dos Santos transferi Beşiktaş için bir macera ve neticesinde lüks olur...

Deco mu, Dos Santos mu? Sorusuna, işte tam da bu sebeplerden dolayı tereddütsüz Deco diyorum...

Serdar Özkan meselesi

Serdar Özkan, Düzce'de tatilini yaparken Lucescu tarafından ansızın A Takım kampına dahil edildi.
Yetenekli ve süratli bu genç futbolcu, Sergen'in veliahdı olarak lanse edildi...
Ancak düzenli forma şansı bulması uzun sürdü... Kiralık olarak gönderilerek olgunlaşması beklendi...
Ertuğrul Sağlam'ın, Beşiktaş antrenörü olmasıyla beraber Sheriff maçında yakaladığı şans, onun için dönüm noktası oldu...
O gün oynadığı harika futbol herkesi çok etkilemişti... Başta beni!
Doğal olarak bu performansı ile formayı kaptı...
Çok iyi başladı sezona, Beşiktaş forması giymesine rağmen milli takıma kadar yükselebildi! Bu zordur çünkü...
Neyse, devam edelim...
Geçen sezon sürekli inişli, çıkışlı bir grafik çizdi... Fakat o çizgi ilk maçta yakaladığı 'etkileyici' performansa bir türlü yaklaşmadı.
Hatta yanından bile geçmedi...
Tam bir hayal kırıklığı...
Birden, adam geçemeyen, ikili mücadeleleri sürekli kaybeden, hatalı paslar veren bir futbolcu oluverdi...

Sinan Engin'in;
"Galatasaray'ın Arda'sı varsa, bizim de Serdar'ımız var" sözü aklıma geliyor...
Bu cümleye neresinden bakarsam bakayım konduramıyorum... Serdar var ama henüz ortada yok.
Arda sürekli üzerine koyarak yükselmekte…
Serdar ise ağızlara sürdüğü o bir parmak balın etkisiyle, "oldu, olacak" beklentisi içinde bir döngüde...
Aslında bu sadece bir beklenti değil... Ateş olmayan yerden duman çıkmaz... Var bir şeyler, fakat yeteneklerini sergileyemiyor.
Catania ve Lyon hazırlık maçlarında da gördük ki, kaldığı yerden devam ediyor...
Kaptırdığı toplar, hatalı pasları bir tarafa bırakıyorum...
Mücadele etmeyen bir oyun anlayışı içinde...
Üzülerek söylüyorum ki, tünelin ucu göründü...
Kendisine artık bir çeki düzen vermesi lazım...
Yoksa her şey için geç olabilir...
Önünde İbrahim Akın ve Burak Yılmaz örneği var.
Dikkat!


Hurriyet.com.tr

24 Temmuz 2009 Cuma

Fenerbahçe'nin hedefi Libertadores mi?



Haftanın polemiği...

Özer Şahin: Hocam Allah’tan Villareal Turkcell Süper Lig’de oynamıyor.
Fatih Kaya: Neden öyle dediniz Özer bey?

Ö.Ş: Nedeni var mı, Bülent Uygun’un iyice kendini aşması gerekecekti…
F.K: İyi hoş da Villareal ile bağlantısını çözemedim… Bizim asker Nihat var, onla bir alakası olabilir mi?

Ö.Ş: Yok hocam değil. “7 yerim, 9 yerim, 8 yemem” demişti ya?
F.K: Yedi mi yoksa?!

Ö.Ş: Yok yok, o sözlerini “26 yerim, 28 yerim, 27 yemem” olarak değiştirmek zorunda kalabilirdi. Biliyorsun Villareal 27-0 kazandı hazırlık maçını...
F.K: Doğruya... Aslında olabilir. Fakat biraz sıkıntılı bir açıklama olurdu. Neden 7 ve 9 yemek istediğinin sebebini öğrenemeden, 26 ve 28 gol yemek isteği? Düşününemiyorum bile…

Ö.Ş: Vardır Bülent Hoca’nın bir bildiği. Hem biliyorsun Bülent Hoca boşa konuşmaz. "5 yerim, 7 yerim, 6 yemem" demişti. Bir süre sonra 5 yedi. 26’yı da gerçekleştirebileceğine inancım tam açıkçası…
F.K: Biz de değinmiştik bu konuya haklısın… Ben olsam kesinlikle diyemem, yenir yutulur bir rakam değil o…

Ö.Ş: Hocam, söylemek problem değil. Önemli olan onu hayata geçirebilmek. Bülent Hocada bu konuda gayet başarılı. Şekil 5-Ye.
F.K: İyi de, “Artık konuşan hoca olmayacağım” dediğine göre bir sorun yok. O zaman, 26 gol yemez…

Ö.Ş: Doğru artık konuşan hoca olarak gündeme gelmeyecekmiş. Ama “Ben de burada 4. ligden takımlarla maç alıp, 10-0 kazanırdım” dedi gider ayak...
F.K: Burada hedef kim bilemiyorum. Fakat, doğru bir yaklaşım değil. Oyuncularını görebilmek için bu yöntem uygulanabilir… Yoksa 5 tane yiyebiliyosun…

F.K: Bu arada geçmiş olsun Özer bey...
Ö.Ş: Geçmiş mi olsun?

F.K: Evet. Lincoln ile yollarını ayırmış Galatasaray...
Ö.Ş: Hakkatten geçti Hocam. Yani baya bi pahalıya mal oldu. Gerçi forma satışından parasını çıkarmıştık ama olsun...

F.K: Onu bunu bilmem, 3 milyona, 5 milyona satacağız derken, kapının önüne koyuldu... Ronaldo'dan daha iyi, Kaka'dan daha seri dediler... Adam herkesden zeki çıktı...
Ö.Ş: Zaten gelmeden en çok ondan bahsettiler. Çok zeki oyuncu falan diye de, biz futbol zekası anlamışız malesef...

F.K: Sağa bakarak, sola pas atan kaç tane futbolcu tanıyorsun? Gerçekten de sağ gösterip, sol vururdu... Bizim yöneticilerin bu Brezilya sevdası bitmeyecek gibi...
Ö.Ş: Hocam, şimdi Fenerbahçe takımı Brezilyalılarla dolduruyor, lig şampiyonluğu uzak, Türkiye kupası hayal ötesi, acaba Aziz Yıldırım gözünü Libertadores kupasına mı dikti?

F.K: Olayın aslı öpen takım olmaktan geçiyor Özer bey... Öpen takım olursan her kupaya katılabilirsin... Demek ki burdan ne anlıyoruz Brezilyalılar daha iyi öpüyor...
Ö.Ş: Hocam zaten Oliviera'nın Rio Karnavalında 2 birinciliği, 3 ikinciliği varmış öpme konusunda. Bence çok yerinde bi transfer...

F.K: Şşşşşşşşş garson meyvele bizi en yanarlı dönerlisinden...
Ö.Ş: Aman dikkat, şeftali yerim, üzüm yerim, armut yemem ona göre.

Hurriyet.com.tr

Çakallar Kamarası

İlk olarak 1992 senesinde bir Bursa maçında İnönü stadının o büyülü atmosferini soludum…
Sene, eskiler için eski değil, fakat yaştan dolayı yeni nesil, yani benim için eski...
Yaş 8, kapalıdayım… Hani arabaların arkasına yazılır ya “babam sağ olsun” aynen o hesap…
O zaman malum üzerimizde korsan formalar var… Kartal yuvası yok ki lisanslı ürün alalım, arkasına da Metin’i, Ali’yi, Feyyaz’ı yazdıralım.
İlk yarı deniz tarafına "Sarı Fırtına" attı bir tane…
“Goooolllll” diye fırladık ayağa… Hakem önce golü verdi...
Sonra, Bursasporlu futbolcularla beraber yardımcısının yanına koştu... Ve golü iptal etti (Hakem Ülkü Tırpancı sonradan öğrendim)...
0-0 biten maçın ardından, o an anlayamadığım, uzun yıllar sonra anladığım bu zorlu(!) macera başlamıştı…


Senelerce kendi kendimiz ile o kadar çok uğraştık ki, bir Allahın kulu da çıkıp “kardeşim bir ara verin Beşiktaş elden gidiyor” demedi…
Tek taraflı, yanlı, çoğu zaman da kendi yanından, sağ kolundan darbeler aldı Beşiktaş, yıllarca hem de…
Ben 'gerçeğim, he-heeyy' diyerek ortaya çıkıp, topla tüfekle savaşa girer gibi saldırıya geçtiler...
Bunlar hep aynı hiç değişmedi, isimleri değişti sadece...
Zikir aynı...
"Mos mor oldu be o kol... Çalışacaksanız biraz da sola çalışın..." diyen bile olmadı...
Yıllarca okudum, ama hep aynı şeyler, şunu öğrendim; eleştirmek sanattır, herkesin görmediği, görülmeyenleri göstermektir asıl meziyet.
Hatalı transferler yapıldı, yönetici tercihleri çok yanlıştı...
Bunu kim kabul etmeyecek? Bunu herkes biliyor… Sapına kadar da doğru...
İyi de daha derinlemesine bakınca; okyanus kirlenmiş, siz sadece geminin kaptanına sallayıp duruyorsunuz...
Okyanusa bakmadan etmeden...
Önce oradan başlayalım temizliğe sonra kaptanı sorgulayalım...


Del Bosque, Rıza Çalımbay, Tigana, Ertuğrul Sağlam'a oynanan kötü futbola ve başarısız sonuçlara rağmen 'taraftarın yörüngesi çArşı' neden sahip çıktı?
Kara kaşları, kara gözleri için mi?
Mevzu Beşiktaş olduğundan, sessiz kalındı kimseye malzeme verilmedi...
Yönetimin hata ve yanlışları da, genel kurula, muhalefete bırakıldı...
Peki muhalifler ne yaptı?
Sürekli eleştiri var, icraat yok!
Her kötü gidişte "toplanıyoruz, toplandık" dediler...
Bir türlü toplanamadılar...
Efendim "takipteyiz, arkadayız, buradayız, ordayız!"...
Sürekli laf kalabalığı...
Eleştirirken? Varlar...
Takım şampiyon oldu, çifte kupa hem de!
19 sene olmuş... Başarı ise başarı?
Kutlarken? Yoklar...
O zaman, bu işte bir iş yok mu? Var...
E-e-e borç, e-e-e transfer...
Kekelemeyi bıraksanız da, gerçekleri görseniz artık!

Mustafa Denizliye Mektup
Sevgili hocam,
Tüm baskılara ve isteklere rağmen, Batuhan Karadeniz'i kadronuz da düşünmediniz. Alıştığımızın aksine, sessiz kaldınız.
2 tane ileri uçta oynatabileceğiniz futbolcunuz var. Nobre ve Bobo...
Allah göstermesin sakatlansalar, cezalı duruma düşseler sorumluluğu üzerinize alıyor musunuz? Alsanız bile, bu kadar beklentinin yüksek olduğu dönem de sonuçlarına katlanmaya değer mi?
Süper Lig, Şampiyonlar Ligi ve Türkiye Kupası en az 44 maç garanti oynayacaksınız... Süper kupa ve hazırlık maçlarıyla bu sayı 50'yi geçecek...
Bu bir risk değil midir? Elde Batuhan gibi yetenekli bir santrafor varken neden gönderdiniz?
Hangi maç ne olacağı belli olmaz. Geçen sezon sizin oyun düşüncenize göre 10 numara olarak oynatabileceğiniz Delgado, Tello ve Uğur varken, Yusuf'u getirdiniz...
Çok da doğru bir karardı. Ve takım Şampiyon oldu...
O zaman 2 kulvar vardı. Şimdi ise 3... Devler ligi faktörü çıtayı oldukça yükseltti...
Her ne kadar Nihat ve Holosko'yu da o bölgede değerlendirmeyi düşünseniz de... Bu iki oyuncu da strafor değil...
Lig de belki sıkıntı yaşamazsınız, ancak Şampiyonlar Ligi için aynı şeyleri söylemek mümkün değil...
Aynı problem stoper bölgesinde de var...
Ferrari, Sivok, İbrahim Toraman ve büyük olasılıkla Erhan Güven'i o bölgede düşünüyorsunuz...
Fakat, 1 tane daha kaliteli bir stopere ihtiyaç yok mu? Sakatlıklar, cezalar ve yeterlilik olarak düşünürsek...
Barış Kupası, Beşiktaş için iyi bir prova olacak...
Umarım bütün eksikleri görür ve gerekli takviyeleri yaparsınız...

Hurriyet.com.tr

21 Temmuz 2009 Salı

Sonunda Bombalar Patladı - Fotospor haberi :)

Fenerbahçe’den iki gece yarısı bombası! Sarı Kanaryalar Corinthians takımının defansif orta saha oyuncusu Cristian Oliveira ve sol kanat oyuncusu Andre Dos Santos’u renklerine kattı.

Dos Santos 20 yaşında 1.79 boyunda. Peşinde ünlü Milan ve Roma takımları da vardı. Oliviera ise 26 yaşında ve 1.83 boynda. Peşinde Almanya’nın W.Bremen takımı vardı. Bu transferde başrolü yönetici Cihan Kamer oynadı. Dos Santos, ayrıca Brezilya milli takımında da forma giyiyor. En son yapılan Konfederasyon Kupası’ndaki başarısı ile dikkat çekti.

FOTOĞRAFTAKİ OYUNCU Ricardo Oliveira :)



http://www.efsanefotospor.com/

Yıldırım Demirören düşmanlığı

Beşiktaş camiası uzun yıllardır yönetimsel olarak sürekli eleştirilmekte...
Bu eleştirilerin bir kısmı gerçekten doğru... Ancak ortada yanlış olan bir durum söz konusu...
Sürekli tek taraflı eleştiriler ve at gözlüğü takmış zihniyet hiç değişmedi.
Belki de bu kadar yanlı eleştirilerin sebebi Yıldırım Demirören ile olan kişisel problemlerdir. Bilinmez...
Geçen hafta ajanslara Demirören'in başkanlığı süresince harcanan para yansıdı. En ince detayına kadar araştırılmış ince elenip sık döşenmiş bir haber...
Gerçi çok araştırmaya gerek yok. Beşiktaş SPK'ya bu bilgileri sürekli geçmekte...
Biraz matematiği kuvvetli olan herkes bu hesabı yapıp bunu görebilir.
Gerçekten büyük bir para, 70 Milyon Euro küçümsenemez bir miktar...

Bu paranın kayıp hanesine yazılan kısımlarına bakarsak;
Del Bosque faciası başı çekiyor.
8 Milyon Euro’luk büyük kayıp en büyük hatası başkanın...
Bu sezonu da dâhil edersek transferlere harcanan miktar ortalama 10 Milyon Euro senelik...
Beşiktaş gibi büyük bir camianın bu parayı harcayıp transfer yapması çok normal...
Eğer 10 Milyon Euroluk bir transfer yapılamıyorsa zaten o zaman sorun vardır.

Dönelim; hatalı transferleri inceleyelim...
Juanfran, Ailton, Youla, Ricardinho, Gordon Schildenfeld, Higuain, Zapotocny verim alınamayan ve yüksek bonservis bedeli ödenen oyuncular...

Diğer eleştirilen birçok oyuncu bonservis bedeli ödenmeksizin Beşiktaş'a kazandırıldı.
Yine 5 sezon boyunca Del Bosque, Rıza Çalımbay, Tigana, Ertuğrul Sağlam ve Mustafa Denizli olmak üzere 5 hoca ile çalıştı...

5 hoca gerçekten sayı olarak çok... İstikrarsız bir tablo var ortada...
Peki, bunun karşılığında ne kazandı Yıldırım Demirören?
1 Türkiye Ligi Şampiyonluğu
3 Türkiye Kupası Şampiyonluğu
1 Süper Kupa Şampiyonluğu
Ve maddi olarak büyük geliri olan Şampiyonlar Ligine 1 kez giriş hakkı...

Harcanan paraya göre elde edilen başarı ne az ne çok...
Başarısızlıklar kadar başarı da var...
Ben tek taraflı incelemek yerine rakibi ile karşılaştırıyorum.

Dönelim Fenerbahçe'ye...
5 senelik periyotta;
3 tane teknik adamla çalıştı...
Daum, Zico, Aragones... Ve yeni sezon da Daum takımın başına getirildi...
2 Türkiye Ligi Şampiyonluğu
1 Süper Kupa Şampiyonluğu
3 kez Şampiyonlar Ligi bileti...
90 Milyon Euro civarı transfere para harcadı. (transfermarkt.de & basın)

Demirören'in "5 senede 70 Milyon Euro harcadı" haberinin yanında 90 Milyon Euro harcamak daha büyük bir haber gibi?

Ben mi yanılıyorum yoksa...
Ve aynı zaman da 40'a yakın oyuncu geldi bu dönemde...
Devam edelim...

Aragones ile yolların ayrılması hakkında kimsenin bir bilgi vermemesi çok ilginç... Medyanın, Del Bosque ile sürekli irtibat halinde olup, haberler yapıldığı dönemi anımsamamız yeterli...

Geçen sezon bütün İtalyan takımlarının peşinde koştuğu(!) iddia edilen Lugano'nun serbest kalması üzerine eleştiri olmazken... Bir de Gökhan Zan olayını gözünüzün önüne getirin...
Appiah, Josico, Maldonado sessiz sedasız gitti. Gordon Schildenfeld'in kiralık oynayacağı takımda alacağı paranın yüzde kaçının Beşiktaş tarafından ödeneceği inceleniyor.
Aynı şekilde İspanyol Guiza'dan haber alınamazken, Delgado'nun İspanya’da hastanesi ziyaret edilip özel haber hazırlanıyor...
"Yahu Lincoln nerede?" diyemeyenler... Bobo'ya her gün Olympiakos forması giydiriyor.
Bunlar da ister istemez kafalarda soru işareti bırakıyor.
Öncelik olan habercilik mi? Yoksa Yıldırım Demirören'e darbe vurmak mı? Veya amaç Yıldırım Demirören üzerinden Beşiktaş'ı yıpratmak mı?
Merak ediyorum gerçekten bir problem varsa söyleyin de bilelim?

İsmail parladı...
Dün akşam Beşiktaş, yeni forması ile ilk kez taraftarının önüne çıktı...
Genel de temposuz ve vasatın üzerine çıkmayan bir maç oynandı. Sıcağın bunda payı çok büyük... Futbolculara haksızlık etmek istemem.
Yenilere kısaca değinirsek;
İsmail, gerçekten çok etkiliydi, biz oturduğumuz yerde yorulup, sırılsıklam olduk... O ileri, geri koşmaktan bıkmadı. Yaptığı koşuların sonunu da sürekli getirdi.
Erhan ise tam bir görev adamı, çok sağlam fizik yapısı var. Ancak, biraz pas alışverişinde sıkıntısı var. İleri çıkışlarda ve geri dönüşlerde ağır kalıyor. Bu yönünü geliştirmesi lazım... Şu haliyle sadece iyi bir yedek olur.
Fink, çok vasat bir oyun oynadı. Sağ ve sol ayağını etkili kullanıyor. İlerleyen günlerde daha fazla bilgi sahibi olabiliriz. Bir Alman disiplini olduğu kesin. Fakat daha fazla sorumluluk alması gerekiyor.
Ferrari, Beşiktaş'ın aradığı savunma oyuncusu... Garanti oyun oynayan bir yapısı var. Biraz ağır futbolcu ama akıllı oyunu ile bu açığını kapatıyor.
Son olarak Serdar Özkan ve Uğur İnceman'a parantez açmak istiyorum.
Geçen sezondan ders almazlar ise Beşiktaş formasına veda edebilirler. Dün oynadıkları futboldan daha fazlasını vermek zorundalar.
Ayrıca Mustafa Denizli’nin alt yapıdan hiçbir yeni oyuncuyu kadroya almaması da çok ilginç...
Şampiyonluk kutlamasında 15’lik Erkut’u sahneye çıkarmak ile olmuyor bu işler!

Şimdi reklamlar...
Dün akşam maçın dışında 2 olay dikkatimi çekti.
1. Forma arkasındaki numara ve isim düzeni,
2. Kapalı tribünün çatısının altına alınan reklam...

Büyük olasılıkla forma arkasına (numara üzerine) reklam alınacak... Bu sene veya gelecek sene...
Ancak, Beşiktaş'ın sırtına reklam almak, ne kadar doğru... İşte bunu tartışmamız gerekiyor.
Yöneticilerin bu maddi kaygıları küçük yöntemler ile çözme çabalarından vazgeçmesi lazım... Formanın sırtına reklam alınması ile kısa süreli bir çözüm üretilebilir.
Galatasaray'ın 4 yıllık Ülker reklamında elde edeceği gelir 19 Milyon Euro civarında...
Diyelim 20 Milyon Euro olsun, bu para için her fırsatta "kutsal" denilen formaları reklama boğmaya değer mi? Senelik 5 Milyon Euro farklı organizasyonlar ile kazanılabilir.
Alınan duyumlara göre internet sitesinin tasarımı değişiyormuş...
Fakat sadece tasarım ile bu iş olmaz.
Düz ve haberden başka hiçbir etkinliği olmayan yönetim mantığının değişmesi lazım...
Site üzerinden yarışmalar düzenleyip taraftara maç haftası biletler dağıtın, forma hediye edin, indirimli ürün çekleri verin...
Web sitesinin ziyaret trafiğini arttırın...
Daha fazla gelir elde edin...
Veya aylardır test yayını(!) ile hizmet veren BJK TV’yi geliştirin...
Sırta reklam, kola reklam, bacağa reklam gibi küçük reklam kurnazlıkları ile yakında armaya yer kalmayacak!

Diğer konu ise Kapalının çatısının altına(!) alınan reklam... O reklamı orada kim görecek?
Sadece ve sadece kapalıya gelen seyirciyi kızdırmak için alınmış bir reklam gibi duruyor.
Düşünüyorum da gerçekten aklıma başka bir şey gelmiyor.
Lütfen kaldırın o reklamı oradan! 3 kuruş için yapmayın bunları...

Hurriyet.com.tr

16 Temmuz 2009 Perşembe

Varoş Kartallar

Duayen Turgay Demir, Dolmabahçe’de düzenlenen şampiyonluk balosu için yazısına “Saraylı Kartallar” başlığı atmıştı…

Ben de sevgili büyüğüme “Varoş Kartallardan” selam olsun diyorum…
“Çarşı sabaha karşı” gecenin adı…
Tıpkı İnönü’deki gibi…
Pankartlar ile donatılmış yoldan geçiyoruz.
‘Deve Erol’ ağabeyimizin yaptığı kocaman “Kartal” yazılı pankart bizi selamlıyor.

Kuruçeşme’ye giriş yapıyoruz.
Ne kırmızı halılar var önümüze serilen ne de kapıda hoş geldiniz diyen görevliler…
Sadece Pankartlar, İnönü’ye girer gibi…
Üst araması ile içeri alınıyoruz…
Tek bir farkla içeride meşale yakmak ve alkol almak serbest…
Köşeyi döner dönmez “Varoş” yazılı pankart tam da gecenin misafirlerine sesleniyor...
“Saraylı olamadık belki ama Kuruçeşme’de varoş olmaktan gurur duyuyoruz” dercesine, anlamı olan bir pankart…
Saraylı başkanımız bile o müthiş atmosferden etkilenip, elini havaya kaldırarak üst üstte 5 şampiyonluk sözü veriyor…
Planlı programlı bir söz değil, o anki ruh hali ile içindeki sesi dinleyerek konuşuyor…
Sonra Şebnem Bal sahne alıyor.
FB TV’de boy gösterdiğinden taraftar şüpheli bakıyor biraz…
Kenardan laf atmalar oluyor.
Tam o esnada tepkilerden bunalan Şebnem Bal, “Yanlış Beşiktaşlısınız” diye bir cümle kuruyor…

Soy ismi ‘Bal’ fakat sarf ettiği sözler hiçte bal tadı vermedi…
Ortalık karışıyor…
Kulisin yolunu tutuyor…
Açık kalmış(!) mikrofona gelen cinnet sesleri de çabası…
Manifestosu “alayına gider” olan çArşı’ya bu sözler söylenmez…
Zaten Alen Markaryan’da isyan edip “Sanatçıların zorladığı kadar, tribünde zorlanmadım” diyerek olayı özetliyor…
Neyse ki kutlamalara gölge düşmeden devam etti.
Sırayla ‘taraftar’ kimliğiyle sahne alan Beşiktaş sevdalıları coştu, coşturdu.
Gecenin sonunda Alen Markaryan 41. kutlama bu geceki dedi…
O zaman 41. kere maşallah diyelim…
Bize de aşk olsun…
40 gün 40 gece dedik, 41. kutlamayı yaptık.

Ricardo Quaresma ve Batuhan Karadeniz

Aynı gece taraftar dilinden hiç düşürmedi Quaresma’yı…
Adı gibi futbolcunun ‘karizmasına’ tutulmuştu…
Cem Dizdar bile sahnedeyken dayanamayıp eşlik etti tezahürata…
Başkanın da artık bu sese kulak verme zamanı geldi.
Başkanım; Quaresma’yı getir, kombinelerin hepsini sat, rekor kır…
Kartal Yuvaları dolsun taşsın…
Dünya Beşiktaş’ı konuşsun…
Uzun yıllardır taraftar bir futbolcuyu bu kadar istediğini belli etmedi…
Bundan daha iyi bir fırsat olur mu?

Gecenin gündemin de olmayan bir diğer isim de üvey evlat Batuhan Karadeniz…
Genç, yetenekli…
Anadan doğma futbolcu…
Ama bir dil var evlerden uzak…
Mustafa Denizli ile arasındaki sorunun kaynağı da diline hâkim olamaması…
Mutlaka bu negatif yönünü törpülemesi lazım…
Daha olgun ve alçak gönüllü açıklamalar yararına olacak.
Ancak çözüm için de geç değil…
“Kol kırılır yen içinde kalır” tam kriz zamanları için söylenmiş bir söz…
Batuhan, hocasından özür diler, elini öper, buzlar erir…
Mustafa Hocanın da artık bu konuyu fazla uzatmaması gerekiyor.
Yoksa bu genç arkadaşımız Beşiktaş’tan kopacak.

Hurriyet.com.tr

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Tribün savaşları

Dünya da tamamen endüstriyelleşen futbolun, şu anda Türkiye'de geçmişten kalan tek mirası tribündür.

Her köşesine reklamlar alınan, en son teknoloji ile üretilen, ter dahi tutmayan özel formalar, formaları sırtına geçiren milyon euroluk futbolcular, futbolcuların ayaklarının kıvrımlarına kadar özel üretilen kramponlar, kramponların bastığı suni çim, mücadele gücünü arttıran performans içecekleri, peşinde koşulan futbol topuna uygulanan özel yöntemler...
Bırakın da bir tek değiştiremediğiniz yer tribün olsun.

Antik tarih için Efes Harabeleri ne kadar önem taşıyorsa... Futbol için de tribünler bir o kadar önem taşır.
Türkiye'de şimdiki tribün düzeninin 2 veya 3 yıllık ömrü kaldı gibi görünüyor...
Önde gelen gruplardan çArşı, ultrAslan ve Genç FB’nin, yönetimlerin gölgesinde kalmamak için ne kadar mücadele ettiklerini görüyoruz.
Texas, Hodri meydan, Tatangalar, Gecekondu ve diğerleri... Aslında hepsi bu mücadelenin içinde...
Kamuoyuna bu gruplar daha çok bilet kavgacıları ve çıkarcı insanlar gibi yansıtılsa da, gerçek olan kitleleri arkalarından sürükleyecek kadar sosyal sorumluluk bilincine sahip oldukları...
Renk ayrımı yapmadan organize bir şekilde düzenlenen kan bağışları, yardım kampanyaları ve yürüyüşler buna en güzel örnektir.
Verilen biletler de eğer gerçekten problemse o zaman herkes eteğindeki taşları döksün... Bilet eleştirisi yapanlar yakınları için bilet isteğinde bulunmuşlar mıdır? Önce kendilerini sorgulasınlar...
Bunun 1'i de 1.000'i de aynıdır. Senin 1 tane onların 1.000 tane yakını vardır.
Her neyse asıl konudan sapmadan devam ediyorum...
Milyon euroluk transferlerin gerçekleşmesi için sponsorluk anlaşmaları, lisanslı ürün ve kombine satışları da çok önemli...
Fenerbahçe ile başlayan stadyum revizyonu maddi açıdan sarı-lacivertlilere çağ atlattı. Aynı zamanda olumsuz olarak da organize tribün düzenini de çok etkiledi...
Saraçoğlu Stadyumu’nda maç esnasında çok büyük bir uğultu oluşuyor. Rakiplerini de zaman zaman bu etkiliyor... Fakat tribünler bir koro ahengi tutturamıyor.
Bunun da en büyük sebebi o koronun düzenin içine dâhil edilmemesi...
Saraçoğlu taraftar için değil izleyici için hazırlanmış bir stadyum izlenimi oluşturuyor...
Kimseye haksızlık etmek istemem ama her seferinde dile getirilen "takımın gerçek sahibi taraftardır(!)" cümlesi uygulanan sisteme göre hiç gerçekçi değil...
Şimdi...
Beşiktaş ve Galatasaray'ın stadyum projeleri ile aynı tehlike çArşı ve ultrAslan için de geçerli...
Galatasaray için artık çok geç oldu... Yapımına devam eden bir stadyumları var. Ne kadar etkili bir tribün olacağını göreceğiz...
Ancak siyah-beyazlılar için çok geç değil.
Açıklanan 42 bin kişilik stadyum projesi var...
Fenerbahçe'nin 55 bin kişilik stadyumunun senelik ortalaması 38 bin... Bu istatistik de göz önünde bulundurursak... Yapılan projedeki rakam aslında çok ideal...
Zaten Beşiktaş yönetimi bu sezon ortalamaları ile mevcut projeyi hazırladı.

Ancak yöntem yanlış...
İnönü'ye bir revizyon yapılabilir ve bu ihtimal değerlendirilmeli...
Amigo Alen Markaryan'ın kale arkası tribün örnekleri vererek "yönetimle fikir alışverişinde bulunuyoruz" açıklamalarını duydum. Yüzde 99 ihtimalle çArşı yeni yapılacak stadyumda kale arkasında yer alacak...
Tribünün bu yer değişimi ile ne kadar etkin bir görev alacağı şüpheli... Dünya'nın önde gelen tribünlerinin kale arkasında bulunduğunu kabul ediyorum.
Bilindiği gibi çArşı, Serdar Bilgili dönemimde yeni açık tribüne geçmeyi reddetmişti... Bunun da büyük bir mücadelesini verdi...
Şimdi ise bu geçişin kabul edilmesinden rahatsızlık duyuyorum.
Kesinlikte suçlamıyorum, tribünün gün geçtikçe büyümesi ve çok seslilik olması inanılmaz bir baskı oluşturuyor. Ve fikirler değişiyor… Ne kadar zor alınan bir karar olduğu da ortada…
Ancak anlam veremediğim alternatif aranmaması...
Futbolun ‘Greenpeace’i konumundaki çArşı'nın bu kadar kolay teslim olmaması gerekiyor... Ve bu beklenti Beşiktaş taraftarının en büyük hakkıdır...

İnönü, eski açık ve yeni açık tribün yıkılarak da modern hale getirilebilir...
Kapalı tribün ve numaralı tribünün kapasitesi 12 bin civarı...
Yıkılıp yerine yapılacak 2 kale arkası tribün ve genişletme çalışmaları ile İnönü Stadyumu 40 bin kişiye yakın bir kapasiteye ulaştırılabilir. Yeni tribünlere ve numaralı tribüne kurulacak localar ile istenilen gelire 3 aşağı 5 yukarı yaklaşılır.

İdarecileri asıl heyecanlandıranın olayın maddi kısmı olduğunu biliyoruz. Ve ilerisi için çok mantıklı da düşünüyorlar. Yine de bu maddi hırs geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabilir.
Beşiktaş'ın kalbine 6 bin kişilik loca tribün için darbe vurulmamalı... Bu hassas konuya dikkat edilmeli...

Stadyum ile birlikte yapılması planlanan otopark ve alışveriş merkezi için, yeni açık tribünün arka tarafından bulunan İETT arazisi yeter de artar bile...
Daha alternatif projeler geliştirilerek stadyum üzerinden elde edilmesi hedeflenen maddi açıklar kapatılabilir.
Beşiktaş'ın endüstriyelleşmesini hızlandırmak yerine, bu hızlanmaya bir darbe vurmak çok önemli, hem de sanıldığından daha çok...
Beşiktaş zarar etsin tabii ki demiyorum, ancak eğer bu stadyum projesine çözüm revizyon olacaksa bu ihtimal de mutlaka değerlendirilmeli...

FK


Hurriyet.com.tr

10 Temmuz 2009 Cuma

"5 YERİM, 7 YERİM, 6 YEMEM" DEDİ TUTTURDU



Hurriyet.com.tr yazarları Fatih Kaya ve Özer Şahin artık 'Haftanın Polemiği' adı altında gündem dışı futbol olaylarını farklı açıdan sizler için yorumlayacak...


İŞTE İLK HAFTANIN KONUSU: "5 YERİM, 7 YERİM, 6 YEMEM"


Ö.Ş: Fatih bey ,Bülent Uygun yine haklı çıktı. “5 yerim, 7 yerim, 6 yemem” dedi. Hollanda ligi 3.sünden 5 yedi.
F.K: Bülent hoca çok doğru bir tespitte bulunmuş. Adamlar 5. hazırlık maçlarında Sivas’a 5 tane attılar... Allah’tan 6. maçları değilmiş.

Ö.Ş: Yaa 8.maç olsaydı?
F.K: Dikkat ettim de ayın 8 de oynanmış maç… “La İlahe İllallah” bu bir işaretti heralde.

Ö.Ş: Mümkündür. Bu olayın Bülent Uygun’un İstanbul’daki Laila olayı ile bir bağlantısı olabilir mi? Malum gittiğin yer Amsterdam.
F.K: Ben Amsterdam’a hiç gitmedim Özer Bey, giden birilerine sormak lazım… Acaba İskender abiye mi sorsak? Değişim kaçınılmaz biliyorsunuz. Sivas’ta çok sıkıldılar herhalde.

Ö.Ş: Sonuçta olay çölde giderken vaha görmeye benziyor. Çok görmemek lazım…
F.K: Aslında doğru… Ancak “Laila” mantığıyla Sivasspor’un kampını Tahran’da falan yapması gerekiyordu.

Ö.Ş: Riyad’da da çok güzel kamp alanları varmış diye duydum.
F.K: Acaba 5 tane gol yemelerinin sebebi de bu mudur? Malum alışmadıkları ortam… Mazallah Şampiyonlar Ligi maçları var sırada... “7 yerim, 9 yerim, 8 yemem” de dedi Bülent Uygun…

Ö.Ş: Şimdi bu Şampiyonlar Ligine kalan takımlar bi vahşi oynuyor, hepsi Heerenveen kadar insaflı çıkar mı bilemiyoruz. 7 diyip Allah göstermesin Şampiyonlar Ligi rekorunu kırmakta var.
F.K: Allah göstermesin Özer bey, ağzınızı hayra açın… Ancak ne olursa olsun rekor yine bizde kalacak anlaşılan… Bu arada maçtan sonra dayak yiyen gurbetçi taraftar sarhoşmuş.

Ö.Ş: Öyle de olabilir aldığı yumruk darbeleri nedeniyle kendini sarhoş hissediyor da olabilir.
F.K: Dayak atan antrenörde zafer sarhoşuydu heralde, iki sarhoş birbirlerine girmiş. Ne derler bilirsin hancı sarhoş, yolcu sarhoş…

F.K: Bu arada, Bülent Uygun “Kimse korkmasın 2. hazırlık maçını Chivas ile oynayacağız” demiş…
Ö.Ş: Evet korkulacak birşey yok gibi duruyor... Ha Sivas ha Chivas… Kaybetseler de bir bahanesi olacak…
F.K: Mantıklı.

Hurriyet.com.tr

9 Temmuz 2009 Perşembe

Takke düştü kel göründü…

İlhan Cavcav yıllarını bu işe adamış bir spor adamı. Türk Futbolunun en önde gelen isimlerinden...

Zaman zaman talihsiz açıklamalarda bulunsa da tartışmasız başarılı bir başkan...
Futbolun idarecilik tarafında nirvanaya ulaşmış durumda...
Koskoca Sakarya, Kocaeli, Malatya gibi şehir takımları bu ligde asansör takım olmuşken, İzmir'den tek bir takım yıllardır Süper Ligde mücadele edemezken onun 'Gençleri' aralıksız 20 sezondur 1. ligde mücadele ediyor...
Kısıtlı bütçe ile 2 takımını birden Süper Lig'e çıkarabilecek kadar da “dahi”...

Dün, gün yüzüne çıkan Kayserispor - Gençlerbirliği arasındaki Troisi savaşından sonra ilk olarak aklıma Mehmet Topuz sürecinde Kayserisporlu yöneticilerin etik söylemleri geldi.
Akıllara da gelmek zorunda... 2 hafta boyunca etikten dem vurup böyle bir transfere kalkışmak ya acemiliktir ya da kurnazlık.
Geçelim asıl meseleye…
Bu transferde 2 tane sonuç ortaya çıkıyor.
Birincisi; Yıllardır Anadolu içindeki yakınlık, kardeşlik duygusu külliyen yalanmış...

İkincisi; Başkan Cavcav'ın takındığı tavır ve bu tavırdan çıkarılması gereken ders.

Kayseri cephesi, sözleşmesi olmasına rağmen Gençlerbirliği yöneticilerine sorma gereksinimi bile duymadan... "Madde var" diyerek Troisi'nin sözleşmesini sonlandırıyor ve 4 yıllık imza attırıyor. İlişkiler ne kadar sağlamdır bilemem tabi de en azından nezaketen sorulur böyle bir işe kalkışılacağı... Zaten öyle bir madde varsa ve futbolcu Kayserispor’da oynamak istiyorsa, Gençlerbirliği nasıl engel olacak ki bu duruma?
Demek ki canlı yayında "biz Anadolu çocuğuyuz" söylemiyle olmuyormuş bu işler...

Konu ile ilgili son sözü söyleyen Başkan İlhan Cavcav; "Dedik ki, eğer yarın ana sözleşme yapılana kadar, siz bu imzadan vazgeçerseniz 1 milyon dolar tazminat ödersiniz. Şayet biz bu işten vazgeçersek biz de sana 1 milyon dolar tazminat öderiz. Bu yaptığımız bir protokoldür, bir sözleşme değil. Ertesi gün futbolcuyla noter huzurunda yapılan sözleşmede, özel hükümler ve diğer şartlar altında hepsi yazılmış, Türkiye Futbol Federasyonu Genel Sekreteri tarafından da tasdik edilmiştir.”
Aslında başkandan şu soruyu sormasını da beklerdim...
Mademki bu fesih maddesi vardı. Neden 4 gün beklediniz.
Bu maddeyi herhalde karınca duası gibi yazmışlar. 4 günde anca çözüldüğüne göre...
Ne olursa olsun, bu yapılanlar doğru mudur? Kayserispor yönetiminin düşünmesi lazım...

Olayın birinci sonucu budur...

Gelelim ikinci sonuca; Başkan Cavcav'ın takındığı tavır ve bu tavırdan çıkarılması gereken ders.
Başkaları gibi FİFA'ya gideriz TFF'ye başvururuz demiyor. Gidiyor.
Aynı zamanda "getirsinler 5 milyon Avromuzu Troisi'yi alsınlar" diyerek Kayserispor'a açık kapı bırakıyor. Nefret ve kin gütmeden… Etik(!) metik zırvalarına girmeden...
Gayet medenice açıklamalarını yapıp aynı zamanda "Troisi'nin akılını çeldiler" diyerekten rakibini kınıyor.

İnanın bu Troisi olayı Topuz olayından daha ciddi bir durum...
Belki başka bir başkan olsaydı söylemlerle yer yerinden oynamıştı.
Bir de İlhan Cavcav'a bakıyoruz... Rakibine saygısızlık etmediği gibi kulübünün de menfaatlerini koruyor...
Şimdi kamuoyu bir Topuz olayı geçirdi, bu olay da ortada?
"Mehmet'i kandırdılar", "zorla forma giydirdiler", "bizimle konuşmadılar" diye ortalığı ayağa kaldıranların diğer yüzünü görüyoruz.
Hani bir deyim vardır, takke düştü kel göründü. O hesap…

Hurriyet.com.tr

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Oscarlık etik duruş

Mehmet Topuz transfer sürecinde ısrarla mağduru oynadı Kayserispor…

Buna herkesi de inandırdılar. Birçok kişi Kayserispor’un “etik” tavrını alkışladı…
Neymiş Kayserispor bir duruş sergilemiş ve Fenerbahçe’ye verdiği sözü tutmuş.

Gelelim bugüne, aradan 1 ay geçti. James Troisi, Gençlerbirliği oyuncusu ve 2011 yılına kadar sözleşmesi var.
Ve Gençlerbirliği idarecileri, Kayserisporlu yöneticilerin Troisi’yi alıkoyduklarını açıkladı.
Mehmet Topuz olayında “biz mağduruz”, “biz etik davrandık”, “bizle görüşmeden niye futbolcumuzla görüşüyorlar” diyen Kayserisporlu yöneticilerin tavrı nedir böyle…
Bir etiktir aldı yürüdü o zaman…

Şimdi bu lafın arkasına saklanıp, siper alanlar ne diyecek?
Futbolcuyu “hallederiz, ayarlarız, burası Türkiye” lafları ile 4 gündür Kayseri’de tuttuğunuz söyleniyor. Neden sözleşmeli futbolcunun aklını çeliyorsunuz. Görünen o ki 1 ay önceki etik davranışınızdan eser kalmamış. Buna ne diyeceksiniz ‘Sayın Hurma’? Sırayla bütün kanallara bağlansanız da bizi bilgilendirseniz…
O zaman ki etik(!) duruşunuzla Beşiktaş’ı karaladınız. Bu olayların üzerinden prim yaparak Fenerbahçe’den çuvalla parayı aldınız. Şimdiyse Gençlerbirliği’nin sözleşmeli oyuncusunu Kayseri’de alıkoyuyorsunuz…

Ne yaman bir çelişkidir bu böyle…
Bari biraz bekleseydiniz de Topuz transferinin ateşi sönseydi.

Unutulsaydı…

Nasıl olsa sizin de söylediğiniz gibi “Burası Türkiye” öyle değil mi?

Hurriyet.com.tr

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Gurbetçi Yıldıray mı?



Beşiktaş Delgado'nun 4 ay yokluğuyla 10 numara pozisyonunu için arayışlarını sürdürüyor. Geçen sezon anlaşılan Yıldıray daha sonra ailevi sebeplerden dolayı vazgeçmişti. Şimdi ise yeniden gündemde Mustafa Denizli'nin bugün yaptığı basın toplantısında belirttiği gurbetçi oyuncu büyük ihtimalle de Yıldıray Baştürk...

Bu nasıl Süper Kupa?

Adı Süper olan bu kupanın kendiside süper mi acaba?
Ya da kupaya süper olacak kadar ilgi ve alaka gösteriliyor mu?
Kupanın bir logosu yok mu? Kazanan takımın bilmediğimiz Süper gücü mü olacak?
Süper Kupa’nın 2007-2008 sezonuna göre hazırlanmış bir statüsü var… 2008 – 2009 sezonuna göre değil. Statü web sitesinde güncel bile değil.
TFF yönetim kurulunun aldığı karar ile Beşiktaş – Fenerbahçe finali oynanıyor.
Tabi ki, geçmiş statüye göre bu kadar alınmış.
Kupaya katılım maddesinde kural açıkça belirtilmiş;

Turkcell Süper Lig’i 1. (şampiyon) tamamlamış kulüp, aynı zamanda Fortis Türkiye Kupası’nı da kazanmış ise; Fortis Türkiye Kupası’nda final oynayan kulüp Kupaya katılır.

1967-1968 sezonunda Cumhurbaşkanlığı Kupası finalini, lig ve kupa şampiyonunun oynaması gerekiyordu. Fenerbahçe 2 kupayı da kazandığı için Cumhurbaşkanlığı Kupası alınan kararla Fenerbahçe’ye direkt verildi.

1982-1983 sezonunda yine Fenerbahçe hem lig hem de Türkiye Kupası şampiyonu oldu. Bu sefer Cumhurbaşkanlığı Kupası finalini, kupa finalinde yendiği Mersin İdmanyurdu ile değil, lig 2.si Trabzonspor ile oynuyor.

Çok geriye gittim belki ama bir karar alınacaksa geçmişteki olaylarda emsal taşıyabilir.
Aslında reklam ile kupanın ciddiyeti artırılsa statü incelemeye gerek kalmayacak.
Belki kulüpler için Türkiye’de oynanması cazip, fakat cazibe kupanın önemsizliğinden oluyor.
Almanya Federasyonu, finalin ülkelerinde oynanmasını istemedi diye 3 sezon önce alınan karardan caymak kupanın zaten az olan değerini iyice azalttı.
İlla Almanya’da mı oynanması gerekiyor? Belçika, Hollanda, Güney Kore, Japonya… Bu ülkelerde bir seçenek olamaz mı? Zira İtalyanların Süper Kupa Finali Çin’de oynanacak.
Federasyon bu kadar ilgisiz kalırsa, kupaya hak ettiği değeri kim verecek. Almanya Futbol Federasyonu mu?
Bu bir strateji, pazarlama yöntemidir. Süper Kupa, Türkiye Ligi’nin tanıtımı açısından bir fırsat taşıyordu. Alınan kararla bu fırsat kaçtı.

Şimdi ise kendi kendimize adını süper koyduğumuz bir kupa finali oynayacağız.
Tanıtım amacı ve stratejisi olmayan bir final…

Yıldırım Demirören’in değişimi

Aziz Yıldırım, Adnan Polat ve Yıldırım Demirören... 3 büyük takımın başkanları arasında en deneyimsiz ve genci Yıldırım Demirören...
Başkanlık yaptığı 6 sezonda hatalı transferler yaptı, yanlış demeçler verdi.
Deneyimsiz olması ve hatalı yönetici tercihleri de onun daha fazla hata yapmasına sebep oldu. Yönetimden ayrılan birçok ismin Demirören'in arkasından sürekli yersiz eleştirilerde bulunması da bunun göstergesi.
Tabii ki, basının Demirören'e üvey evlat muamelesi yapmasının da payı çok... Fakat Demirören'in hataları kadar örnek alınması gereken davranışları da var.
Bunun en başında, eşi ve çocukları ile tribünde yarattığı aile tablosu geliyor. Ailesini, tüm tepkileri göz ardı edercesine tribüne getirerek farklı bir hava oluşturdu. En son hangi başkanı böyle bir tabloda gördük? Sevincini ve hüznünü kimseye aldırış etmeden yaşadı.
Tamamıyla sevgi ile oluşturulmuş bir bağ... Beşiktaş'ın da geçen sezon kazandığı kupaların en önemli sebebi bu... Rakiplerinden çok kötü bir performans sergilerken, futbolcular arasında oluşturduğu aile havası camiayı kenetledi. Güven verdi. Bir aile reisi duruşu sergiledi...
2004'ten 2009'a, geçmişteki hatalarından ders çıkararak adım adım bu günlere geldi. Artık daha tecrübeli... Örneğin Mehmet Topuz transferinden sonra misilleme yapması beklenirken büyük bir olgunlukla gerekli pozisyonlara transfer yapmaya devam etti.
Değişmişti.
İstenilen bir başkan olma yolunda devamlı kendini geliştiriyor.
Davranışlarıyla siyah-beyazlı camiadaki olumsuz bakışları tersine çevirmeye başladı.
Umarım başkandaki olumlu değişim devam eder.

3 Büyüklerin Değeri

Geçen gün ajanslarda 3 büyük kulübümüzün değerlerinin karşılaştırıldığı bir haber yayınlandı.
Kaynak olarak alınan web sitesi "transfermarkt.de".
Bu habere göre en değerli takım Galatasaray... Ve rakiplerine fark atmış durumda... Yalnız gözden kaçan bir gerçek var.
Galatasaray'ın kadrosunda bulunan 33 futbolcunun değeri 120.450.000 Euro, Fenerbahçe'nin 27 futbolcusunun değeri 97.200.000 Euro, Beşiktaş'ın da 23 oyuncusunun değeri 85.900.000 Euro...
Doğal olarak futbolcu sayısı arttıkça değerde artıyor... Ve haliyle Galatasaray'ın fark attığı görünüyor.
Olayın özüne dönersek yani futbolcu sayısına göre ortalama alırsak;

Beşiktaş 3.735.000 Euro
Galatasaray 3.650.000 Euro
Fenerbahçe 3.600.000 Euro

Bu çıkan sonuca göre de Beşiktaşlı futbolcular daha değerli...
Aslına bakılırsa bu istatistiklerde önemli olan takımlarımız bu kadroları oluşturmak için ne kadar para harcamış oldukları!

Aynı internet sitesinin verilerine göre bir değerlendirme yaparsak.
Piyasa değeri 120 milyon Euro olan Galatasaray'ın bu kadroyu oluşturmak için harcadığı para 30 milyon Euro civarında. Maliyette başı çeken oyuncular Keita, Baros, Lincoln... Sadece 3 futbolcuya, 20 milyon Euro'ya yakın bonservis bedeli ödenmiş.
Fenerbahçe'de ise harcanan rakam 2 katı 60 milyon Euro civarı... Guiza, Mehmet Topuz, Emre, Özer, Edu, Alex bu rakamın bu kadar artmasının sebebi... (Mehmet Topuz ve Özer transferde bonservis ücretleri henüz yansıtılmamış)
Beşiktaş'ın harcadığı parada 50 milyon Euro düzeyinde. İsmail, Delgado, Holosko, Nihat, Sivok, Zapotocny ve Ernst en çok bonservis bedeli ödenen oyuncular...

Galatasaray'ın harcadığı paraya göre oluşturduğu kadro transfer politikasındaki başarıyı gösteriyor. Alt yapıdan çıkartılan Arda, Sabri... Bedelsiz ve düşük bonservis bedelleriyle kadroya dahil edilen futbolcuların yükselişi Galatasaray'ı diğer kulüplerimizden ayıran özellikler oldu. Aslına bakılırsa değerli olanda bu olsa gerek... Diğer türlü para harcayarak değer oluşturmak en kolayı...

Hurriyet.com.tr

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Nihat transferinde pürüz mü var?

Beşiktaş ile anlaştığı duyurulan Nihat Kahveci, Döviz ile askerlik yapacağı birliğine teslim oldu. 21 gün askerlik görevini yapacak Nihat'ın Beşiktaş transferi ise çok ilginç bir hal aldı.
Menajer Murat Kuş'un henüz Beşiktaş ile anlaşmadık ve Villereal'in futbolcusu açıklaması ve Beşiktaş Resmi internet sitesinde Nihat ile ilgili hiç bir bilgi verilmemesi kafaları karıştıyor. Dün sağlık kontrolünden geçen Nihat'ın haberi resmi siteden duyurulmazken Nihat ile beraber sağlık kontrolünden geçen oyuncular duyuruldu. Ayrıca halen sözleşme imzalanmaması kafaları karıştıran ayrı bir durum.

Cevap niteliğinde haber;
http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/12005339.asp?gid=229

3 Temmuz 2009 Cuma

Ribery Real Madrid yolunda

Güzel basınımızın Anelka'nın bonusu dediği Ribery, Real Madrid ile flört halinde...
Bayer Münih teknik patronu Van Gaal'a "Madrid'te oynamak istiyorum" diyen Ribery Münih antremanına katılmadı...
Rummenigge'nin, "Real Madrid'e veya başka bir kulübe Ribery'i asla satmayacağız" açıklamasına rağmen, Ribery'nin bu tavrını koruması Münih kulübünü zor durumda bırakacak gibi...

2 Temmuz 2009 Perşembe

Kader Keita Aslan oldu...





Federasyon'dan Beşiktaş'a 'Süper' kazık

TFF dün aldığı kararla, 3 sezondur Almanya’da oynanan Süper Kupa finalini, İstanbul Olimpiyat Stadyumu’na aldı.
Hatırlarsanız, Türkiye Kupası finalinde 2 kulüp İstanbul’da oynamak istemiş, Federasyon da reddetmişti. Şimdi verilen karar bana yanaktan makas alma hareketi gibi geldi. Zira amacı gurbetçi taraftarlar ile bütünleşmek olan Süper Kupanın İstanbul’da olmasından başka sonuç çıkartamıyorum.

Ancak atladıkları bir konu var;
24 Temmuz – 2 Ağustos günleri arası Beşiktaş Peace Cup’ta (Barış Kupası) mücadele edecek. Özel bir turnuva olmasına rağmen adı üzerinde Barış’ı sembolize eden bir turnuva! Ayrıca 2 Milyon Dolar ödüllü.
Davet edilen takımlar; Beşiktaş, Real Madrid, Sevilla, Juventus, Porto, Lyon, Malaga, Aston Villa, Seongnam (Güney Kore), Liga de Quito(Kolombiya), Al-Ittihad (Suudi Arabistan), Atlante (Meksika).

Final mücadelesi de Süper Kupa finali gibi 2 Ağustos’ta...

Peki, Beşiktaş Barış Kupasında final oynarsa ne olacak?

2003 senesinden bu yana düzenlenen turnuvanın tarihleri daha önceden belirlenmişti.
TFF yetkililerinin turnuvadan ya haberi yok ya da nasıl olsa Beşiktaş finale çıkamaz mantığıyla Süper Kupa finalini 2 Ağustos’a aldı.
Beşiktaş finale çıkarsa aynı gün aynı saatte 2 farklı 11 ile mücadele edecek. Bir tarafta Fenerbahçe ile Süper Kupa Finali, diğer tarafta prestiji yüksek Barış Kupası…
Futbol Federasyonumuz uyumaya devam etsin.

Türkiye Rezerve Ligi

Alternatif bir lig kurmak senelerdir Türk futbolunun gündeminde… Bunu da isteyen Süper Lig kulüpleri… Gider açısından biraz soğuk dursalarda yine de birçok avantajı olduğunun farkındalar.

Hem futbolcu denemek hem de genç futbolcular ile kadroya giremeyen futbolcuları bir rekabet ortamında formda tutmak, yetiştirmek. Akıllıca...
Zaten akıllıca bir hareket olmasa İngilizler bu işi 10 senedir yapmazlardı.

Ufak adımlarla olsa da Türk futboluda bu yola girmiş durumda.
Türkiye Futbol Federasyonu bu günlerde PAF (Profesyonelliğe Aday Futbolcular) Ligindeki yaş sınırını 23’e çıkartmak için kulüplerle fikir alışverişinde… Büyük olasılıkla bu yaş sınırı yükselecek…
Rezerve Lig’in mikro versiyonu…
Aslında konuyu incelersek; PAF Ligi gerçek anlamda faydalı değil. Bu hareket doğrudur.

Genç futbolcular, patlama yapabilecekleri 17-18-19 gibi yaşları verimsiz geçiriyorlar… A Takım kadrosunda değerlendirilmedikçe kaybolup gidiyorlar. PAF Takım bu kaybolmaya yıllardır engel olamadı.
Süper Genç, B Genç gibi kategorilerde oyuncular yeteri kadar Alt yapı eğitimi görüyor. Önemli olan deneyim. Teknik ve fizik güçlerinin patlama yaptığı yaşlarda deneyimsiz bir ortamda köreltiliyorlar. Birçok kulüp PAF takımdan A takıma oyuncu çıkartmıyor ya da çıkartamıyor. Statü gereği kadroda yer verilenler hariç...
Oyuncu ne kadar yetenekli olursa olsun mutlaka şans verilmeden önce kiralanıyor. Arda, Serdar Özkan, İbrahim Kaş, Batuhan, Aydın Yılmaz, Volkan Babacan… Daha birçok isim...

Bir sezon önce İsmail Köybaşı, Beşiktaş’ın kapısına getiriliyor. Ancak deneyimsiz olduğu için İsmail geri gönderiliyor... Rezerve Lig olsaydı ve İsmail denenseydi Beşiktaş şimdi kasasından çıkan 6,5 Milyon Euro ve Serdar Kurtuluş’tan olmayacaktı.

Aslında kulüpleri çaresiz bırakan konu da bu…
Kulüpler çuvalla para harcayıp kadroya giremeyen futbolcularının performansını hazırlık maçları dışında göremiyor.
Düşünün geçen sezon Serkan Kurtuluş, Aydın Yılmaz, Aydın Karabulut, Erkan Zengin, Serdar Kurtuluş, Gökhan Emreciksin, Can Arat, Barış Memiş kaç maç oynadı? Gökhan Emreciksin, Can Arat, Aydın Karabulut ve Serdar Kurtuluş yeteri kadar forma şansı bulamadı ve gönderildiler. Teknik Direktörler, antrenmanlardaki performansa göre kadro kuruyoruz deseler de durum aslında o şekilde değil. Güvenip oynatamıyorlar.
Oynatsalar da futbolcunun ilk hatasında baltayı indiriyorlar.
Rezerve Lig olsa ve bu futbolcular karşı karşıya oynasalar, gelişim açısından çok iyi olur.

Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor Rezerve Lig maçlarını düşünün;
Kadroya giremeyen ve yetenekli gençler ile harmanlanmış iki takım… Gençler için büyük deneyim, hocalarına ve ağabeylerine kendilerini gösterme şansı… Kadroya giremeyen futbolcular için de yeniden forma yakalama fırsatı... Hem de PAF’tan daha büyük bir rekabet…
Artı diğer takımlarla oynanan maçlarda çok önemli… Sadece derbi rekabeti değil.
Sponsor ve yayın açısından da destek bulunabilirse. Neden olmasın?
Tek sıkıntı maçların nerede oynanacağı... Antreman tesislerinde olmayacağı kesin...

Biraz fedakârlıkla maçlar Süper Lig maçlarından önce oynatılabilir. Tabi zemin açısından sıkıntı yaratabilir. Ancak, bu da oynanan maçların yoğunluğundan değil zeminlerin kötü olmasından…

Ciddi anlamda istenmediği için, zor görünüyor. Kimsenin işine gelmez. Federasyon boş saha bulamaz. MHK hakem bulamaz. Olmaz yani… Uğraşmak istemezler. Mutlaka sokulacak bir çomak bulunur.
Bu olmaz ise ne olur? Şimdi ki sistemde transferler devam eder ve değişen hiçbir şey olmaz.
Bir sezon önce alınan oyuncu ilk transfer döneminde takasta kullanılır. Alt yapıdaki cevherlerde fırsat bulamayacakları için ya kiralanır yada gönderilir.

Hurriyet.com.tr

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Barış Kupası 24 Temmuz - 2 Ağustos

Barış Kupası 24 Temmuz - 2 Ağustos tarihleri arasında İspanya'nın Sevilla, Malaga, Huelva, Jerez ve Madrid şehirlerinde oynanacak...
Açılış maçı A Grubundan Sevilla ile Juventus arasında Sevilla'nın maçlarını oynadığı Estadio Olimpico de Sevilla stadyumunda...

Beşiktaş ise ilk maçını D grubunda Lyon ile 25 Temmuz Cumartesi akşamı 21:30 Huelva'nın Estadio Colombino Stadyumunda oynayacak...
Beşiktaş 2. karşılaşmasını da Porto ile 29 Temmuz Çarşamba gece yarısı 23:30'da Sevilla'da oynayacak. Maça ev sahipliğini Estadio Sanchez Puzjuan stadyumu yapacak...

Gruplar şu şekilde;
A Grubu : Sevilla, Juventus, Seongnam (Güney Kore)
B Grubu : Real Madrid, Liga de Quito(Kolombiya), Al-Ittihad (Suudi Arabistan)
C Grubu : Malaga, Aston Villa, Atlante (Meksika)
D Grubu : Beşiktaş, Porto, Lyon

Barış Kupası resmi internet sitesi ve Marca.com'un hazırladığı Barış Kupası oyunu...

http://www.peacecup.com/
http://www.marca.com/promo/peacecup/

FİFA Konfederasyon Kupasının En İyi 11'i



FIFA.com kullanıcıları tarafından seçilen en iyi 11…

30 Haziran 2009 Salı

Kartal görünümlü Ferrari

İnter, Genoa, Lecce, Bari, Parma, Roma, Everton, yeniden Genoa ve Beşiktaş... 11 kez de İtalya milli takımı formasını giymiş...

30 yaşında ve 8 kez forma değiştirmiş... Dikiş tutturamamış.
Şimdi Beşiktaş'ta, hayırlısı olsun...

Kim ki bu Erkan Zengin

Aslında çok da genç sayılmayacak bir yaşta 24...
Beşiktaş onu Türkiye'ye getirmeden önce futbol dünyamızın %99'unun tanımayacağı bir isim.
Geçelim...
Geçen sezon devre arasında alınıp verim alınamayan tek oyuncu. Tek artısı bozuk Türkçesi ile arkadaşlarının neşe kaynağı oluverdi. Bu kadar...
Tekrar İsveç'e gittiğinde, hiç bir yönetici Erkan'ın yeni sezonda Beşiktaş'ta kalacağını tahmin etmiyordu. Tabi T.D. Mustafa Denizli hariç... Antalya maçı ve Kocaeli maçı dışında yeterli süre alamadı. Antalya da biraz göze batsada sonrası hayal kırıklığı...
Neden alındı peki?
Top tekniği var, uzaktan şut atmayı seviyor, kolay adam geçebiliyor... Ayrıca süratli... Bütün bu artıların yanına fizik olarak çok zayıf eksi olarak yazılıyor. Biraz güçlenirse yeni sezonda kimsenin beklemedeği bir patlama yapabilir. Potansiyeli çok yüksek...
Denizli ona çok güveniyor. Tam tersi şans vermiyor. İlginç...
Mustafa hocanın, Serdar Özkan sevdasını bir kenara bırakıp Erkan'a fırsat vermesi lazım... Zaten sezon öncesi kampında herşey ortaya çıkacaktır.
Göreceğiz...


29 Haziran 2009 Pazartesi

Vuvuzela, Ömer Üründül ve Daniel Alves

Parantez içinde kalması gereken bir görüntü büyüdü büyüdü rahatsız edici bir boyuta ulaştı. Bende yazımın başlığına taşıdım...

Şimdilik geçelim...

Dün akşam TRT ekranlarında bir Amerika mucizesi yaşamaya ramak kalmıştı. Amerikalı futbolcular kupayı kaldırdılar fakat Brezilyalı oyunculara vermek zorunda kaldılar. Futbol adına üzücü... Amerika kupayı kazanabilseydi diğer ülkeleri de cesaretlendirebilirdi. Yine de küçümsenemez bir başarı…
Brezilya, grup maçları dışında vasat bir performans sergiledi. Tartışılan takım Brezilya olunca daha iyi futbol bekliyoruz ister istemez.
Sergiledikleri performans onlar için birçok sebebe bağlanabilir. Avrupa'da büyük ligler sona erdiği için Dunga yıldız futbolcularından tatil rehaveti korkusuyla yararlanamadı. Ama büyük oranda kadroyu Avrupalı Brezilya’lılardan kurmak zorundaydı.
Sonuçta ortaya konan kötü futbol unutulur, kazanılan kupa unutulmaz.

Amerika ise;

Turnuvaya şansız mağlubiyetler ile başlayıp, hatalarından ders çıkarttı. Her maçta oyunlarını geliştirip daha dirençli bir takım haline geldi. Kupayı da çok fazla istemelerine rağmen 2-0'dan 2-2'ye gelen finali, tecrübe eksikliği ve moral bozukluğu yüzünden kaybettiler. Olayın kısa özeti bu...

Bob Bradley çok zekice bir düzen kurmuş. Altidore, Donovan ve Davies hariç bütün oyuncular her yerde topa bastılar. Onlarda boş durmadı, Brezilya savunma hattını ve orta alanda Melo ile Gilberto Silva'yı çok rahatsız etti. Görünüşte Donovan Amerika'nın lideri gibi dursa da asıl lider Dempsey... Onun için bu turnuva performansı ayrı değerlendirilmeli... Attığı kilit gollerin yanın sıra; savunma, orta alan ve forvet hattı arasındaki bağlantıyı çok iyi yaptı ve sonucunda Amerika'nın finale kadar gelmesinde büyük rol oynadı. Genel bir bakışla Bradley kadrosunu haddini bilerek oynattı ve İspanya'yı yenerek oyuncularının performansını en üst düzeye çıkarttı. Bir bakıma bu turnuva onlar için kadro ve futbolları adına çağ atlamak gibi oldu.

Ayrıca, "Gruptan çıkarken şanslıydılar" sözlerine de katılmıyorum. İtalya’nlar 10 kişi kalan Amerika’yı yendiler. Amerika 11 kişi tamamlayabilseydi karşılaşmayı, büyük olasılıkla kaybetmezdi. Grup maçlarında şanstan öte genel bir değerlendirme yapmak lazım...
Aksi takdirde verdikleri büyük mücadeleye ve aynı zamanda futbollarına haksızlık olur.

Rahatsızlık veren olaya gelelim; Güney Afrika’da ki Vuvuzela sesi kadar Ömer Üründül'ün yorumları...

Erdoğan Arıkan maçı anlatırken aynı zamanda ekran başındaki bizleri bilgilendirdi. Tam tersi Ömer Üründül'den beklenen işleri yaptı. Erdoğan Arıkan sürekli oyun içindeki değerlendirme için Ömer Üründül'ün fikirlerini almaya çalıştı.
Fakat sevgili Üründül'ün "enteresan" ile başlayan cümleleri kısa ve çok yavan oldu.
Ben istatistikî bilgiler ve zekice değerlendirmeler bekliyorum. Yıllarını bu işe vermiş ve artık profesörlük seviyesine gelmiş bir spor adamından bu beklenir.
Eğer bu konuda haksızsam da özür dilemesini bilirim. Ancak haksız olduğumu düşünmediğim gibi Ömer Üründül'ün iyi bir yorumcu olmadığı kanaatindeyim. Belki çok derin bilgileri var. Fakat, bu bilgileri bizle maç esnasından paylaşmadığı sürece fikrim değişmeyecek...

Turnuva boyunca "Daniel Alves neden oynamıyor" cümlesi de sıktı. Haklı da olabilir. Ancak neden oynamıyor? Biz de onu merak ediyoruz.
Sayın Üründül, hiçbir değerlendirme yapmadan üstünü kapatıyor.
Erdoğan Arıkan mesleği gereği birkaç oyuncunun isim telaffuzunu öğrenmek için o ülkenin basın mensuplarına danışmış, maç esnasında birkaç kez kendi ağzından dile getirdi. Aynı özveriyi Ömer Üründül'den de beklememiz hata olmaz herhalde... Bir zahmet.
Benim değerlendirmem var fakat ondan da bir açıklama bekliyorum. En doğal hakkım...
Sonuçta TRT'de maç sırasında bizi bilgilendirmesi gereken isim Ömer Üründül... Bulamadığı sorunun cevabını, bizlere sorar gibi açıklamasını ben kabul etmiyorum.
Dunga çok kötü bir Turnuva geçirdi. Doğru... Oynanan bu kötü futbolun sorumlusu da Dunga... Yalnız eleştirilecek o kadar yönü var ki Daniel Alves yanında devede kulak kalır.
Güney Afrika maçından sonra Ramires ile başlaması hataydı. Çok süratli bir futbolcu fakat fizik gücü ile Güney Afrika karşısında çok ezildi. Amerika'nın daha dirençli ve sert oynayacağını düşünmesi ve ona göre bir kadro düzeni oluşturması gerekirdi. Nitekim Ramirez hiç bir varlık gösteremediği gibi çok pas hatası yaparak Brezilya'nın oyunda etkinliğini azalttı. Melo ve Gilberto'ya yardım etmesi gerekirken kaybolup gitti.
Dunga, alternatif bir kadro yerine standart bir kadro kurma yolu gitti turnuva boyunca... Rakiplerini ciddiye almadı. Bireysel beceriler yerine, oyundaki aksiyonlar ile sonuca gitmesi alıştığımız Brezilya adına daha doğru olabilirdi.

Amerika sürprizi, vuvuzela sesi ve Ömer Üründül'ün damgasını vurduğu bir turnuva geride kaldı.
Sepp Blatter, "Vuvuzela yasaklanmayacak" dedi. Yani Afrika 2010'da bu ses kulaklarımızı tırmalayacak.
Ömer Üründül konusunda nasıl bir gelişme olacak… Göreceğiz.
Kendi adıma olmamasını tercih ederim. Zira vuvuzela sesi yeteri kadar rahatsız edici.

Hurriyet.com.tr

26 Haziran 2009 Cuma

Nihat kaptan olsun

Buruk, kırgın gitmişti Nihat İspanya'ya... Sezon başlamış, Süper Lig'e fırtına gibi giriş yapmıştı. En son Beşiktaş formasıyla Antalyaspor'a attığı 2 gol halen akıllarda...

Bir anda nereden çıkmıştı bu transfer?
Zordu karar vermek. Önce istemedi. Sonra, sonra baskı ile kabul etmek zorunda kaldı.

Malum başarı öyküsü... Efsane Real Sociedad kadrosunu neredeyse ezbere sayabiliriz. Westerveld, Aitor Lopez Rekarte, Xabi Alonso, Mikel Aranburu, Khokhlov, Valeri Karpin, Kovacevic ve Nihat ilk anda aklıma gelenler...
İspanya'nın devlerine kafa tutarak, eze eze galibiyetler. TRT ekranlarına kilitlendik maç günleri, hepimiz Sociedad taraftarı olduk. İnanılmaz bir performans... Barca, Real Madrid, Valencia'nın üzerine kâbus gibi çöktüler.
Şampiyon olamadılar belki ama Nihat ile beraber efsane bir takım olmuşlardı. Sonrasın da Nihat belki istatistik olarak yükseltemedi yakaladığı o formu... Ancak, kendisini hep geliştirdi.

Son sezon sakatlık sıkıntısının yanında Llorente ve Rossi’nin yüksek formu onun forma şansını azalttı.
Akabinde transfer sürecindeki gelişmeler başladı.
Nereden, nereye 9 sene önce gitmesi için yapılan baskı, bu sefer dönmesi için yapıldı. Yine kıramadı Beşiktaş'ı...
Demirören, dilinden düşürmediği "Hayalim" dediği Nihat'a sonunda Beşiktaş forması giydirdi. Aslında büyük bir başarı... Ve aynı zamanda Nihat adına büyük bir fedakârlık…

O zaman ki gidiş Nihat için bir milattı. Esenler’den Beşiktaş'a uzanan ve parlayan, son olarak İspanya'da yükselen bir yıldız...
Ve artık o, genç ve gelecek vaad eden çocuk değil, 30 yaşında bir yıldız...

Siyah Beyazlı camiaya hizmet zamanı gelmişti...

Yıldırım Demirören de bu büyük dönüşe karşılık Nihat'ı onurlandırmalı. Hak ettiği kaptanlık görevini ona teslim etmeli.
Kaptanlık yapmak için yıllarca bir takımın formasını giymek şart değil… Ki Nihat 5 sezon Beşiktaş forması giydi… Aynı zamanda kaptanlık bir duruş, liderliktir. Nihat’ta da bu vasıflar var.
Kariyerinin son yıllarını İspanya’da sürdürüp, bunun yanı sıra orada kurmuş olduğu düzeni bozmazdı. Bir Allah'ın kulu da ona kızamazdı. En doğal hakkıdır bu tercih...
Ama o Beşiktaş için bu düzeni bozdu. Bu küçümsenemeyecek bir hareket.
Nihat’ın yaptığı bu fedakârlığa karşılık Yıldırım Demirören’in kaptanlık görevini ona teslim etmesi gerekir. Kaptanlığı Delgado ve Nobre’den daha çok benimseyip, layıkıyla yerine getireceği ortada…

Nihat'ın performansı

Beşiktaş'ın evladıdır, taraftar onu çok seviyor... Bu artılar Nihat'ın performansını olumlu etkiler.
Yetenek ve oyun içindeki etkinliğine bakarsak; süratli, pres yapan, şut atan, orta açan, potansiyel bir gol tehlikesi...
Bu yeteneklerin yanına tecrübesini de ekleyince Beşiktaş'ın vizyonunu yukarı çekeceği çok net...
Nihat'ın performansı Türkiye Süper Ligi’nde derbi maçlar haricinde fazla hissedilmez. Ancak Şampiyonlar Ligi gibi bir organizasyonda Nihat, rakiplere gözdağı verir.
Nihat ismi Beşiktaş’a olan bakışı değiştirir. Takım içinde de futbolculara direnç ve güven empoze eder...
Tabi ki bu bir tek Nihat ile başarı elde edilebilir anlamına gelmez. Başarı için birkaç takviyeye daha ihtiyaç var. Özellikle savunma hattına…

Sürpriz’in adı ABD

FİFA Konfederasyon Kupası gerçekten çok renkli oluyor. Yalnızca “Vuvuzela“ sesinin damgasını vuracağını düşündüğümüz sırada Brezilya – İtalya ve Mısır – ABD maçları ilaç gibi geldi.

Geçen Çarşamba akşamı oynanan İspanya – ABD maçı da bu görüntüyü pekişti. Herkes İspanya’dan rekor beklerken ABD verdiği mücadelenin ödülünü finale adını yazdırarak aldı. İspanya da rekor hayallerini bir başka bahara bıraktı. ABD’nin bir ilginç özelliği de oynadığı 4 maçın 3’ünü 10 kişi tamamladı. Amerika kahraman yaratmayı çok sever. Bakalım Amerikalı futbolcular Oscarlık performans gösterip bir mucize gerçekleştirebilecek mi?

Hurriyet.com.tr

23 Haziran 2009 Salı

Transfer dosyası

Yatıyoruz, kalkıyoruz manşetlerde bomba transfer görüyoruz. Rüyalarımıza bile giriyor artık... Photoshop ustaları o kadar çok oyuncuya forma giydirdi ki artık golleri Guiza, Bobo, Baros atmıyor. Onlar yedek kaldı...

Bugüne kadar 100’den fazla futbolcu 3 büyüklere transfer oldu. Aralarında 3 takıma birden transfer olanlar bile var.

Şu ana kadar gerçek anlamda kaç transfer gerçekleşti? Dokuz...

Kim bunlar;
Erhan Güven (Beşiktaş)
Michael Fink (Beşiktaş)
Mehmet Topuz (Fenerbahçe)
Özer Hurmacı (Fenerbahçe)
Bilica (Fenerbahçe)
Bekir İrtegün (Fenerbahçe)
Frank Rijkaard (Galatasaray)
Gökhan Zan (Galatasaray)
Mustafa Sarp (Galatasaray)


Şimdi hangisi bomba transfer?
Olaylı bir biçimde gerçekleşmesi nedeniyle Mehmet Topuz dışında gündem olan bir transfer oldu mu? Hayır...

Gerçekleşen transferlere baktığımızda en çok üzerinde durulması gereken isim Frank Rijkaard. Fakat ne hikmetse son güne kadar “Galatasaray’ın hocası Schuster” olacak diyen basınımız, resmi açıklamayla beraber haberdar olunmanın verdiği içler acısı durumdan olsa gerek, bu değerli hocaya yeterli ilgiyi göstermedi.

O kadar isim sallandı bir tanesi tutmadı. Komik değil mi?

Tutarsa da bakın falanca gün biz demiştik diye eski gazete haberleri manşette gösteriliyor.
İyi de daha kimleri getirdiniz kimleri... Onları manşete taşısanız yer kalmaz.
Zaten Avrupa’da Galatasaray’ın hocalığını yapacak isimler belli... İlla ki bir tanesi olacak...
Futbolcularda bu durum daha vahim en azından hocaların sayısı 10’u geçmiyordu.

Diğer garip tarafı da manşetlere taşınan sözde transferler, gerçekleşen transferlerden daha fazla gündem oluşturuyor.
Çünkü “eldeki zaten bizimdir” mantığı var. Yeni transferler, yeni isimler daha cazip...
Drogba, Tevez, Henry, Eto’o daha niceleri...
Orantılı orantısız yazılıyor...
Göle maya çalan Nasrettin Hoca, “Ya tutarsa” demiş zamanında... Mizah var.
Belki bu haberlerde de bir mizah vardır. Okuyunca değil de düşünmeye çalışınca farkına varılabilen...
Güldürürken düşündürmek burada yerini, okuyup düşünürken bir anda kahkahayla güldürmeye bırakıyor.
Gene de şükretmesini bilmeliyiz...
Cristiano Ronaldo ile Kaka, Real Madrid’e transfer olmasa halimiz ne olurdu bir de o tarafını hayal edin.


Bu arada Afrika’da Mini Dünya kupası olarak adlandırılan, FIFA Konfederasyon Kupası var. Ne kadar ilgili manşetlerimiz... Hiç...
Çünkü futbolun sahada oynanan bölümleri ilgi çekici değil...
Brezilya, İtalya’yı futboluyla ezmiş... 3-0 kazandığı maçı 6-7 farklı kazanabilirmiş bunlar önemli değil.
Önemli olan transfer veya tiraj... Her neyse.

Başkanlar bir an evvel takımlarının ihtiyacı olan transferleri gerçekleştirse de hepimiz rahatlasak.
Yoksa Türk futbolun Lale Devri, yeni sezon başlayana kadar devam edecek...

Hurriyet.com.tr