30 Haziran 2009 Salı

Kartal görünümlü Ferrari

İnter, Genoa, Lecce, Bari, Parma, Roma, Everton, yeniden Genoa ve Beşiktaş... 11 kez de İtalya milli takımı formasını giymiş...

30 yaşında ve 8 kez forma değiştirmiş... Dikiş tutturamamış.
Şimdi Beşiktaş'ta, hayırlısı olsun...

Kim ki bu Erkan Zengin

Aslında çok da genç sayılmayacak bir yaşta 24...
Beşiktaş onu Türkiye'ye getirmeden önce futbol dünyamızın %99'unun tanımayacağı bir isim.
Geçelim...
Geçen sezon devre arasında alınıp verim alınamayan tek oyuncu. Tek artısı bozuk Türkçesi ile arkadaşlarının neşe kaynağı oluverdi. Bu kadar...
Tekrar İsveç'e gittiğinde, hiç bir yönetici Erkan'ın yeni sezonda Beşiktaş'ta kalacağını tahmin etmiyordu. Tabi T.D. Mustafa Denizli hariç... Antalya maçı ve Kocaeli maçı dışında yeterli süre alamadı. Antalya da biraz göze batsada sonrası hayal kırıklığı...
Neden alındı peki?
Top tekniği var, uzaktan şut atmayı seviyor, kolay adam geçebiliyor... Ayrıca süratli... Bütün bu artıların yanına fizik olarak çok zayıf eksi olarak yazılıyor. Biraz güçlenirse yeni sezonda kimsenin beklemedeği bir patlama yapabilir. Potansiyeli çok yüksek...
Denizli ona çok güveniyor. Tam tersi şans vermiyor. İlginç...
Mustafa hocanın, Serdar Özkan sevdasını bir kenara bırakıp Erkan'a fırsat vermesi lazım... Zaten sezon öncesi kampında herşey ortaya çıkacaktır.
Göreceğiz...


29 Haziran 2009 Pazartesi

Vuvuzela, Ömer Üründül ve Daniel Alves

Parantez içinde kalması gereken bir görüntü büyüdü büyüdü rahatsız edici bir boyuta ulaştı. Bende yazımın başlığına taşıdım...

Şimdilik geçelim...

Dün akşam TRT ekranlarında bir Amerika mucizesi yaşamaya ramak kalmıştı. Amerikalı futbolcular kupayı kaldırdılar fakat Brezilyalı oyunculara vermek zorunda kaldılar. Futbol adına üzücü... Amerika kupayı kazanabilseydi diğer ülkeleri de cesaretlendirebilirdi. Yine de küçümsenemez bir başarı…
Brezilya, grup maçları dışında vasat bir performans sergiledi. Tartışılan takım Brezilya olunca daha iyi futbol bekliyoruz ister istemez.
Sergiledikleri performans onlar için birçok sebebe bağlanabilir. Avrupa'da büyük ligler sona erdiği için Dunga yıldız futbolcularından tatil rehaveti korkusuyla yararlanamadı. Ama büyük oranda kadroyu Avrupalı Brezilya’lılardan kurmak zorundaydı.
Sonuçta ortaya konan kötü futbol unutulur, kazanılan kupa unutulmaz.

Amerika ise;

Turnuvaya şansız mağlubiyetler ile başlayıp, hatalarından ders çıkarttı. Her maçta oyunlarını geliştirip daha dirençli bir takım haline geldi. Kupayı da çok fazla istemelerine rağmen 2-0'dan 2-2'ye gelen finali, tecrübe eksikliği ve moral bozukluğu yüzünden kaybettiler. Olayın kısa özeti bu...

Bob Bradley çok zekice bir düzen kurmuş. Altidore, Donovan ve Davies hariç bütün oyuncular her yerde topa bastılar. Onlarda boş durmadı, Brezilya savunma hattını ve orta alanda Melo ile Gilberto Silva'yı çok rahatsız etti. Görünüşte Donovan Amerika'nın lideri gibi dursa da asıl lider Dempsey... Onun için bu turnuva performansı ayrı değerlendirilmeli... Attığı kilit gollerin yanın sıra; savunma, orta alan ve forvet hattı arasındaki bağlantıyı çok iyi yaptı ve sonucunda Amerika'nın finale kadar gelmesinde büyük rol oynadı. Genel bir bakışla Bradley kadrosunu haddini bilerek oynattı ve İspanya'yı yenerek oyuncularının performansını en üst düzeye çıkarttı. Bir bakıma bu turnuva onlar için kadro ve futbolları adına çağ atlamak gibi oldu.

Ayrıca, "Gruptan çıkarken şanslıydılar" sözlerine de katılmıyorum. İtalya’nlar 10 kişi kalan Amerika’yı yendiler. Amerika 11 kişi tamamlayabilseydi karşılaşmayı, büyük olasılıkla kaybetmezdi. Grup maçlarında şanstan öte genel bir değerlendirme yapmak lazım...
Aksi takdirde verdikleri büyük mücadeleye ve aynı zamanda futbollarına haksızlık olur.

Rahatsızlık veren olaya gelelim; Güney Afrika’da ki Vuvuzela sesi kadar Ömer Üründül'ün yorumları...

Erdoğan Arıkan maçı anlatırken aynı zamanda ekran başındaki bizleri bilgilendirdi. Tam tersi Ömer Üründül'den beklenen işleri yaptı. Erdoğan Arıkan sürekli oyun içindeki değerlendirme için Ömer Üründül'ün fikirlerini almaya çalıştı.
Fakat sevgili Üründül'ün "enteresan" ile başlayan cümleleri kısa ve çok yavan oldu.
Ben istatistikî bilgiler ve zekice değerlendirmeler bekliyorum. Yıllarını bu işe vermiş ve artık profesörlük seviyesine gelmiş bir spor adamından bu beklenir.
Eğer bu konuda haksızsam da özür dilemesini bilirim. Ancak haksız olduğumu düşünmediğim gibi Ömer Üründül'ün iyi bir yorumcu olmadığı kanaatindeyim. Belki çok derin bilgileri var. Fakat, bu bilgileri bizle maç esnasından paylaşmadığı sürece fikrim değişmeyecek...

Turnuva boyunca "Daniel Alves neden oynamıyor" cümlesi de sıktı. Haklı da olabilir. Ancak neden oynamıyor? Biz de onu merak ediyoruz.
Sayın Üründül, hiçbir değerlendirme yapmadan üstünü kapatıyor.
Erdoğan Arıkan mesleği gereği birkaç oyuncunun isim telaffuzunu öğrenmek için o ülkenin basın mensuplarına danışmış, maç esnasında birkaç kez kendi ağzından dile getirdi. Aynı özveriyi Ömer Üründül'den de beklememiz hata olmaz herhalde... Bir zahmet.
Benim değerlendirmem var fakat ondan da bir açıklama bekliyorum. En doğal hakkım...
Sonuçta TRT'de maç sırasında bizi bilgilendirmesi gereken isim Ömer Üründül... Bulamadığı sorunun cevabını, bizlere sorar gibi açıklamasını ben kabul etmiyorum.
Dunga çok kötü bir Turnuva geçirdi. Doğru... Oynanan bu kötü futbolun sorumlusu da Dunga... Yalnız eleştirilecek o kadar yönü var ki Daniel Alves yanında devede kulak kalır.
Güney Afrika maçından sonra Ramires ile başlaması hataydı. Çok süratli bir futbolcu fakat fizik gücü ile Güney Afrika karşısında çok ezildi. Amerika'nın daha dirençli ve sert oynayacağını düşünmesi ve ona göre bir kadro düzeni oluşturması gerekirdi. Nitekim Ramirez hiç bir varlık gösteremediği gibi çok pas hatası yaparak Brezilya'nın oyunda etkinliğini azalttı. Melo ve Gilberto'ya yardım etmesi gerekirken kaybolup gitti.
Dunga, alternatif bir kadro yerine standart bir kadro kurma yolu gitti turnuva boyunca... Rakiplerini ciddiye almadı. Bireysel beceriler yerine, oyundaki aksiyonlar ile sonuca gitmesi alıştığımız Brezilya adına daha doğru olabilirdi.

Amerika sürprizi, vuvuzela sesi ve Ömer Üründül'ün damgasını vurduğu bir turnuva geride kaldı.
Sepp Blatter, "Vuvuzela yasaklanmayacak" dedi. Yani Afrika 2010'da bu ses kulaklarımızı tırmalayacak.
Ömer Üründül konusunda nasıl bir gelişme olacak… Göreceğiz.
Kendi adıma olmamasını tercih ederim. Zira vuvuzela sesi yeteri kadar rahatsız edici.

Hurriyet.com.tr

26 Haziran 2009 Cuma

Nihat kaptan olsun

Buruk, kırgın gitmişti Nihat İspanya'ya... Sezon başlamış, Süper Lig'e fırtına gibi giriş yapmıştı. En son Beşiktaş formasıyla Antalyaspor'a attığı 2 gol halen akıllarda...

Bir anda nereden çıkmıştı bu transfer?
Zordu karar vermek. Önce istemedi. Sonra, sonra baskı ile kabul etmek zorunda kaldı.

Malum başarı öyküsü... Efsane Real Sociedad kadrosunu neredeyse ezbere sayabiliriz. Westerveld, Aitor Lopez Rekarte, Xabi Alonso, Mikel Aranburu, Khokhlov, Valeri Karpin, Kovacevic ve Nihat ilk anda aklıma gelenler...
İspanya'nın devlerine kafa tutarak, eze eze galibiyetler. TRT ekranlarına kilitlendik maç günleri, hepimiz Sociedad taraftarı olduk. İnanılmaz bir performans... Barca, Real Madrid, Valencia'nın üzerine kâbus gibi çöktüler.
Şampiyon olamadılar belki ama Nihat ile beraber efsane bir takım olmuşlardı. Sonrasın da Nihat belki istatistik olarak yükseltemedi yakaladığı o formu... Ancak, kendisini hep geliştirdi.

Son sezon sakatlık sıkıntısının yanında Llorente ve Rossi’nin yüksek formu onun forma şansını azalttı.
Akabinde transfer sürecindeki gelişmeler başladı.
Nereden, nereye 9 sene önce gitmesi için yapılan baskı, bu sefer dönmesi için yapıldı. Yine kıramadı Beşiktaş'ı...
Demirören, dilinden düşürmediği "Hayalim" dediği Nihat'a sonunda Beşiktaş forması giydirdi. Aslında büyük bir başarı... Ve aynı zamanda Nihat adına büyük bir fedakârlık…

O zaman ki gidiş Nihat için bir milattı. Esenler’den Beşiktaş'a uzanan ve parlayan, son olarak İspanya'da yükselen bir yıldız...
Ve artık o, genç ve gelecek vaad eden çocuk değil, 30 yaşında bir yıldız...

Siyah Beyazlı camiaya hizmet zamanı gelmişti...

Yıldırım Demirören de bu büyük dönüşe karşılık Nihat'ı onurlandırmalı. Hak ettiği kaptanlık görevini ona teslim etmeli.
Kaptanlık yapmak için yıllarca bir takımın formasını giymek şart değil… Ki Nihat 5 sezon Beşiktaş forması giydi… Aynı zamanda kaptanlık bir duruş, liderliktir. Nihat’ta da bu vasıflar var.
Kariyerinin son yıllarını İspanya’da sürdürüp, bunun yanı sıra orada kurmuş olduğu düzeni bozmazdı. Bir Allah'ın kulu da ona kızamazdı. En doğal hakkıdır bu tercih...
Ama o Beşiktaş için bu düzeni bozdu. Bu küçümsenemeyecek bir hareket.
Nihat’ın yaptığı bu fedakârlığa karşılık Yıldırım Demirören’in kaptanlık görevini ona teslim etmesi gerekir. Kaptanlığı Delgado ve Nobre’den daha çok benimseyip, layıkıyla yerine getireceği ortada…

Nihat'ın performansı

Beşiktaş'ın evladıdır, taraftar onu çok seviyor... Bu artılar Nihat'ın performansını olumlu etkiler.
Yetenek ve oyun içindeki etkinliğine bakarsak; süratli, pres yapan, şut atan, orta açan, potansiyel bir gol tehlikesi...
Bu yeteneklerin yanına tecrübesini de ekleyince Beşiktaş'ın vizyonunu yukarı çekeceği çok net...
Nihat'ın performansı Türkiye Süper Ligi’nde derbi maçlar haricinde fazla hissedilmez. Ancak Şampiyonlar Ligi gibi bir organizasyonda Nihat, rakiplere gözdağı verir.
Nihat ismi Beşiktaş’a olan bakışı değiştirir. Takım içinde de futbolculara direnç ve güven empoze eder...
Tabi ki bu bir tek Nihat ile başarı elde edilebilir anlamına gelmez. Başarı için birkaç takviyeye daha ihtiyaç var. Özellikle savunma hattına…

Sürpriz’in adı ABD

FİFA Konfederasyon Kupası gerçekten çok renkli oluyor. Yalnızca “Vuvuzela“ sesinin damgasını vuracağını düşündüğümüz sırada Brezilya – İtalya ve Mısır – ABD maçları ilaç gibi geldi.

Geçen Çarşamba akşamı oynanan İspanya – ABD maçı da bu görüntüyü pekişti. Herkes İspanya’dan rekor beklerken ABD verdiği mücadelenin ödülünü finale adını yazdırarak aldı. İspanya da rekor hayallerini bir başka bahara bıraktı. ABD’nin bir ilginç özelliği de oynadığı 4 maçın 3’ünü 10 kişi tamamladı. Amerika kahraman yaratmayı çok sever. Bakalım Amerikalı futbolcular Oscarlık performans gösterip bir mucize gerçekleştirebilecek mi?

Hurriyet.com.tr

23 Haziran 2009 Salı

Transfer dosyası

Yatıyoruz, kalkıyoruz manşetlerde bomba transfer görüyoruz. Rüyalarımıza bile giriyor artık... Photoshop ustaları o kadar çok oyuncuya forma giydirdi ki artık golleri Guiza, Bobo, Baros atmıyor. Onlar yedek kaldı...

Bugüne kadar 100’den fazla futbolcu 3 büyüklere transfer oldu. Aralarında 3 takıma birden transfer olanlar bile var.

Şu ana kadar gerçek anlamda kaç transfer gerçekleşti? Dokuz...

Kim bunlar;
Erhan Güven (Beşiktaş)
Michael Fink (Beşiktaş)
Mehmet Topuz (Fenerbahçe)
Özer Hurmacı (Fenerbahçe)
Bilica (Fenerbahçe)
Bekir İrtegün (Fenerbahçe)
Frank Rijkaard (Galatasaray)
Gökhan Zan (Galatasaray)
Mustafa Sarp (Galatasaray)


Şimdi hangisi bomba transfer?
Olaylı bir biçimde gerçekleşmesi nedeniyle Mehmet Topuz dışında gündem olan bir transfer oldu mu? Hayır...

Gerçekleşen transferlere baktığımızda en çok üzerinde durulması gereken isim Frank Rijkaard. Fakat ne hikmetse son güne kadar “Galatasaray’ın hocası Schuster” olacak diyen basınımız, resmi açıklamayla beraber haberdar olunmanın verdiği içler acısı durumdan olsa gerek, bu değerli hocaya yeterli ilgiyi göstermedi.

O kadar isim sallandı bir tanesi tutmadı. Komik değil mi?

Tutarsa da bakın falanca gün biz demiştik diye eski gazete haberleri manşette gösteriliyor.
İyi de daha kimleri getirdiniz kimleri... Onları manşete taşısanız yer kalmaz.
Zaten Avrupa’da Galatasaray’ın hocalığını yapacak isimler belli... İlla ki bir tanesi olacak...
Futbolcularda bu durum daha vahim en azından hocaların sayısı 10’u geçmiyordu.

Diğer garip tarafı da manşetlere taşınan sözde transferler, gerçekleşen transferlerden daha fazla gündem oluşturuyor.
Çünkü “eldeki zaten bizimdir” mantığı var. Yeni transferler, yeni isimler daha cazip...
Drogba, Tevez, Henry, Eto’o daha niceleri...
Orantılı orantısız yazılıyor...
Göle maya çalan Nasrettin Hoca, “Ya tutarsa” demiş zamanında... Mizah var.
Belki bu haberlerde de bir mizah vardır. Okuyunca değil de düşünmeye çalışınca farkına varılabilen...
Güldürürken düşündürmek burada yerini, okuyup düşünürken bir anda kahkahayla güldürmeye bırakıyor.
Gene de şükretmesini bilmeliyiz...
Cristiano Ronaldo ile Kaka, Real Madrid’e transfer olmasa halimiz ne olurdu bir de o tarafını hayal edin.


Bu arada Afrika’da Mini Dünya kupası olarak adlandırılan, FIFA Konfederasyon Kupası var. Ne kadar ilgili manşetlerimiz... Hiç...
Çünkü futbolun sahada oynanan bölümleri ilgi çekici değil...
Brezilya, İtalya’yı futboluyla ezmiş... 3-0 kazandığı maçı 6-7 farklı kazanabilirmiş bunlar önemli değil.
Önemli olan transfer veya tiraj... Her neyse.

Başkanlar bir an evvel takımlarının ihtiyacı olan transferleri gerçekleştirse de hepimiz rahatlasak.
Yoksa Türk futbolun Lale Devri, yeni sezon başlayana kadar devam edecek...

Hurriyet.com.tr

19 Haziran 2009 Cuma

Beşiktaş - Efes Pilsen birleşir mi?

Beşiktaş, Cola Turka ile anlaşma yaptığında Türk Basketbolunda sponsorluk anlamında ciddi bir devrim yaptı.

Beşiktaş taraftarı ve muhalefet, başlangıçta anlaşmaya çok sert tepki gösterdi.
Ancak, alınan karar ile ne kadar doğru bir iş yapıldığı ilerleyen dönemlerde görüldü.
Beşiktaş Cola Turka, bir kaç sezon hariç sürekli zirveye oynayan bir ekip kurdu. Bunda da Ülker grubunun katkısı büyük...
Zirveye oynanmayan senelerinin başlıca sebebi de, basketbol için harcanması gereken sponsorluk paralarının futbola kayması...
Cola Turka, Efes Pilsen olsaydı buna izin verirmiydi? Tabi ki vermezdi.

Belki Cola Turka da böyle olmasını istemiyor. Zaten Efes Pilsen dememin sebebi bu noktada saklı...
Beşiktaş - Efes Pilsen her zaman şampiyonluğunun bir numaralı adayı olur.
Beşiktaş Cola Turka ise hep muallâkta kalır.
Taraftarın futbol maçlarına kadar taşıdığı "Umutlandırıp, Utandırmayın!" pankartı da bu sebepten geliyor.

Fenerbahçe ile Ülker arasında gerçekleşen birleşmeye bakalım.
Fenerbahçe için basketbolda çok büyük bir adım oldu.
Bu birleşme, Beşiktaş Cola Turka sponsorluğuna göre daha farklı... Ülker tam anlamıyla basketbol şubesini Fenerbahçe üzerine kaydırdı...
Ülker, basketbola yapmış olduğu yatırımın ilk kez meyvelerini toplamaya başladı... Büyük bir seyirci desteği ve medya da ciddi anlamda ilgi...
Fenerbahçe için ise, Avrupa da başarı ve Lig de özlenen şampiyonluklar...

Cola Turka ve Cafe Crown da bir Ülker grubu şirketi...
Fenerbahçe - Ülker, Beşiktaş Cola Turka ve Galatasaray Cafe Crown...
Şimdi Fenerbahçe'nin Ülker birleşmesiyle yükselen çıtası ortada...
Diğer takımların, ellere var da bize yok mu? Deme hakkı yok mu?

Şimdi Efes'in şampiyon olduğu son maçı gözümüzün önüne getirelim.
Salon boşaltıldıktan sonra ortaya çıkan tablo çok buruk... Ve devamında sönük kalan bir kutlama...
Beko Basketbol Ligi şampiyonu Efes Pilsen kupa kaldırıyor ve tribünler de bir avuç insan... Birçoğu da basketbolcuların yakınları...
İşin diğer acı tarafı;
Kaya ve Ergin Ataman'ın darbe aldığı görüntüler olmasa belki birçok kanal Efes Pilsen'in şampiyonluğundan söz etmeyecekti.
Birçok medya kuruluşunun "Olaylı Şampiyonluk" manşetleri de bunu doğrular cinsten...
Efes yönetiminin bu noktada mutlaka bir değerlendirme yapması gerekiyor.

Geçen sene "Beşiktaş - Efes Pilsen" birleşme dedikoduları medya da gündeme geldi...
Bunun büyük ölçüde sebebi Tuncay Özilhan'nın Beşiktaş taraftarı ve aynı zamanda kongre üyesi olması...
Çıkan bu haberler Efes tarafında nasıl bir tepkiye yol açtı bilmiyorum ama Beşiktaş cephesini heyecanlandırdı.
Peki, son final serisini gördük. Şimdi soruyorum... Neden böyle bir birleşme olmasın?

Hayal edelim, ortaya çıkabilecek sonuçları değerlendirelim...
Olumlu sonuçları;
Sezon boyunca oynanan bütün maçlarda büyük bir taraftar desteği...
Medyanın büyük ilgisi...
Kartal Yuvalarında satışa çıkarılacak ürünler ile daha fazla göz önünde olma...
Efes Pilsen isminin daha çok insan tarafından dile getirilmesi...
Aynı zaman da ticari bir kuruluş olması nedeniyle bunlar Efes Pilsen için büyük reklam fırsatı...
Beşiktaş'ın marka değerinin yanında bulunabilmek, Efes Pilsen için çok olumlu sonuçlar doğurur.
Geçelim…

Olumsuz sonuçları;
Basketbol'da kemikleşmiş bir marka olan Efes Pilsen bu özelliğini kaybeder.
Bunun dışında olumsuz bir sonucu olur mu? Bence olmaz... Veya, Ülker için oldu mu ki? Efes Pilsen için olsun...

Efes Pilsen belki bu nokta da tarafsız durup, kendi kitlesini yaratmaya çalışıyor. Ancak, senelerdir olmayan bu kitle, bundan sonra da olmaz.
Eskiye nazaran büyük takımların ciddi anlamda basketbolun içine girmesiyle bu daha da zorlaştı.
Trabzonspor'un da bu çarkın içerisine girmesini an meselesi...
Son maçta olan olaylar, bu doğumun sancıları... Her takım iddalı bir ekip kurarak şampiyon olmak peşinde...
Çünkü basketbola eskisinden çok önem veriliyor. Endüstriyelleşme basketbola sıçradı bir kere…
Önümüzde 2010 Dünya Şampiyonası var. Hem de Türkiye de! Kazanılan bir başarının sonrasını düşünün?
İlgi daha da katlanacak...

Efes Pilsen, bu duruşunu bozmazsa yeniden şampiyon olamaz mı? Olur...
Bir kaç gün şampiyonluk görüntüleri ekrana gelir. Bir kaç satır arası ve o kadar, daha fazlası olmaz...
Daha fazlası isteniyorsa, mutlaka bir şeyler yapılmalı...
Ve kesinlikle bu şart!

Hurriyet.com.tr

16 Haziran 2009 Salı

Şeref bambaşkadır

Şeref Görkey, nam-ı diğer Voleci Şeref…

Toplam 320 golün 99’unu vole ile attı… “Voleci Şeref” lakabı bu yönünden geliyor.
Beşiktaş’ta forma giydiği 20 sene boyunca, sırtından 10 numaralı formayı hiç çıkartmadı.

Geçtiğimiz Pazar günü, Beşiktaş taraftarı Voleci Şerefi unutmadı. Ölümünün 5 yılında kazanılan çifte kupayı “Şeref”lerine götürüp, ruhunu şad ettiler.

Şeref Görkey ile ilgili güzel bir anı, Beşiktaş’ın resmi internet sitesinde şu cümlelerle anlatılmış.

Bir keresinde Fenerbahçe’ye normal bir gol atmış Görkey. Tribünlerden hemen “Sana yakışmadı” şeklinde sitemler yükselmiş. Bunun üzerine Şeref Görkey’le hakem arasında şu diyalog yaşanmış:
Şeref Görkey: Hocam bu golü saymayın.
Hakem: Neden?
Şeref Görkey: Elime çarptı hocam
Hakem: Ben görmedim ve golü verdim. Artık iptal edemem. Hakemi “kandıramayan” Görkey, devre arasında soluğu Baba Hakkı’nın yanında alıyor: “İkinci devre hep havadan isterim topları.”
İstediği oluyor ve kendisine ilk devrede sitem eden taraftarlardan, muhteşem bir voleyle adeta özür diliyor.


Beşiktaş, onun gibi “Şeref”lere sahip olduğu için çok şanslı…

Devler Ligi

Beşiktaş’ın mevcut kadrosu Türkiye Süper Lig’i için yeterli. Ancak Şampiyonlar Ligi için mutlak suretle transfer yapılmalı. Zaten yapılacaktır…

Beşiktaş’ın, Şampiyonlar Liginde oynadığı karşılaşmalara bir göz atalım.
Kara Kartal’ın eldeki yetersiz kadrolara rağmen iç saha performansı hiç de küçümsenemez.
11 karşılaşma, 6 galibiyet, 1 beraberlik, 4 mağlubiyet… (Chelsea maçı tarafsız saha)
Bu değerlendirmeden şunu anlıyoruz; kurulacak kadro ve taraftarın da her zaman ki desteği ile İnönü’de 3 maçtan 9 puan çıkar.

Geçelim dışarıya…
Siyah-Beyazlıların neden bir üst tura çıkamadığı 12 maçta alından sonuçlarda belli...
12 karşılaşma, 1 galibiyet, 1 beraberlik, 10 mağlubiyet…

Göründüğü gibi asıl sorun dışarıda…
Oyuncuların yetersiz ve tecrübesiz olması deplasman maçlarını kabusa çeviriyor.
Hoca ve kaliteli oyuncu farkı, bu noktada ortaya çıkacaktır. Mustafa Denizli’nin, İnönü dışındaki maçlardan puan çıkartmak için ne gibi çözümler üreteceğini göreceğiz…
Bakalım Büyük Mustafa, deplasmandan puanlar çıkarabilecek mi?
Tek dileğimiz bu yönde…

Üzerimden Eksilmesin Bayrağımın Gölgesi

Kartal Yuvası mağazası, geçtiğimiz hafta ödüllü bir yarışma başlattı.
En güzel şampiyonluk bayrağını sergileyen 3 taraftar, Kartal Yuvası mağazası tarafından ödüllendirilecek.
Beşiktaş’ın resmi internet sitesini ziyaret edenler, hem bayrak resimlerini görebilir hem de katılım için bilgi alabilir.
Bu arada, “Kadıköy’de bayrak göremedik” diyen dostlarımız da siteyi ziyaret edip, en azından resimlerini görebilir.

Hurriyet.com.tr